Son haftalarda gazetelerde bir furyadır gidiyor. "Doğru yoldayız", "İMF'den
bir onay daha", "Türkiye'ye övgü yağıyor" türünden başlıklar. Hele medyamızın o
çok radikal gazetesinin atmış olduğu "her şey güzel olacak" manşetine ne demeli?
İMF, Türkiye'nin niyet (herhalde doğrusu diyet olacak) mektuplarına bir onay
veriyor, sonra gelsin Stand-by kredileri. Dünya Bankası'na sözler veriliyor.
Sonra gelsin paralar, birilerinin ellerini ovuşturduğunu görüyor gibiyiz. Nedir
bu onaylar, sözler?
İMF'nin Türkiye'ye vereceği kredi karşılığında ne istediğini çok iyi
biliyoruz. Faturasının kime çıkarılacağını da. Tabii ki emekçilere. Bakın,
Devlet Bakanı Recep Önal ve Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel, İMF Başkanı Horst
Köhler'e yazdıkları mektupta, 2001'de kemerlerin iyice sıkılacağını ve gerekirse
ek mali önlemler alınacağını yazmışlar.
Gerçi eski tas eski hamam diyeceksiniz, bunu bilmeyecek ne var? Ama gelin
yine de bu ağır faturaya bir göz atalım. Niyet mektubunda İMF'ye verilen
taahhütlere baktığımızda, memlekette kamu kaynakları adına ne varsa, hepsinin
denetiminin İMF'ye verildiğini görüyoruz.
Memur maaşları yılın ikinci yarısında % 10'la sınırlı kalacak. KİT'lere yeni
işçi alınmayacak. Özelleştirme son hız devam edecek. Sosyal güvenlik sistemi
tırpandan geçirilmeye devam edecek. Sigorta katkı primleri en az 4 kat
arttırılacak. Sağlık sigortaları ve emeklilik sigortaları birbirinden ayrılacak,
özel sektöre devredilecek. Başta Vakıfbank olmak üzere, kamu bankaları
özelleştirilecek. Türk Telekom'un yüzde 14'ü yabancı şirketlere satılacak. Bu
konuda bizimkiler, yabancı ortaklıkların artık kaçınılmaz olduğundan, buna
"alışmamız" gerektiğinden dem vurmuşlardı. Yani yurtseverlikten artık bir
kırıntı bile kalmamış. Ayrıca, son dönemde Türkiye'nin tarımına da göz dikilmiş
durumda. Hatta tarım ürünlerinin taban fiyatına kadar karışıyorlar. Amaçları
tarımı küçülterek kamuya ait mevcut büyük işletmelerin satılarak özel sektöre
devredilmesi. Şimdi sırada şeker fabrikaları, ÇAYKUR, TEKEL var. TEKEL'in tütün
destekleme alımları durdurulacak, işletmeleri satılacak. Özelleştirmelerde dış
sermayenin önü daha da açılacak. Türkiye tarımı daraltılacak, böylece
dışülkelerin Türkiye'ye ihracatının artması sağlanacak.
Alman Deutsche Bank, kamu bankalarının özelleştirilmesi sürecinin
hızlanmasını alkışlamış.
Geçenlerde Dünya Bankası Başkanı Wolfensohn Malatya'nın Yaygın beldesine
geldi. Orada sergilediği mini şov doğrusu gözlerimizi yaşarttı. Misli misli geri
alacağını bildiği o para yardımını yapmadan önce "Doğu Anadolu Havza Geliştirme"
çalışmaları çerçevesinde bir yandan da yöre halkıyla "sohbet" etmiş. Umarız
gördüğü manzara kendisini tatmin etti. Görüştüğü bir köylüye sormuş, çocuklar
okuyor mu diye. Köylü, okul uzak olduğu için erkekler okuyor, kızları
gönderemediklerini söylemiş. Ardından günün anısına kadeh kaldırılmış. Tabii ki
köylüler bu durumdan hiç hoşlanmamış ve ona katılmamışlar. Tabii sorunumuz bu
Dünya Bankası temsilcisi değil. O dilerse, sadece kadeh kaldırmak değil, kına da
yakabilir. Bu manzara karşısında utanç duymayan bizim işbirlikçilere ne demeli?
Memleketin ne hale geldiğini anlamıyorlar mı? Biz biliyoruz ki, onların ellerini
ovuşturdukları bu krediler halkın durumunda en küçük bir düzeltme yaratmayacak.
Hatta faturasının yine o köylülere ve hepimize çıkarılacağını çok iyi biliyoruz.
Kapitalistlerimiz sadece keselerini doldurma derdinde.
Sözün kısası, hükümet, çok geniş çaplı bir "operasyona" girişmiş durumda,
işçi sınıfı önünü kesmezse, Türkiye'de kamu kazanımı adına birşey
kalmayacak.