"İlle de satılacaksa bari yerli patron alsın!" dediler, bakın
ne oldu
Bildiğiniz gibi, tüm halkın malı olan dev işletmelerimiz tek
tek, haraç mezat satışa sunuluyor. Birkaç sendika var ki, kamu işletmelerinin
kamuda kalması, özel ellere gitmemesi için canla başla gayret gösteriyor. Kimisi
ise göstermelik bir karşı çıkışta bulunuyor. Kimisi tamamen dostlar alışverişte
görsün hesabıyla hareket ediyor. Kimin ne yapıp yapmadığını ayrıca belirtmeye,
isimlerini saymaya gerek yok.
Ama öte yandan, tüm işçi sınıfı tarihinde mahkum edilen
işbirlikçi bir anlayışı büyük bir utanmazlıkla savunanlar da yok değil Türkiye
sendikal hareketi içinde. İşçinin birinci görevinin patronlara "kazandırmak"
olduğunu iddia eden, zorluk durumunda "fedakârlığı" sadece işçiden bekleyen bir
sarı sendikacılık anlayışıdır bu. Konumuz arsızlar köşemize defalarca konuk
olan, adı dışında hiçbir şeyi sendikaya benzemeyen bir kuruluş, Türk Metal
sendikası.
Türk Metal'in binlerce yıldır başında bulunan Mustafa Özbek
denen kişi, devletin, sermayenin ve bütünüyle gericiliğin onayı ve desteğiyle
yıllardır büyük metal işyerlerinde tek örgütlü sendika durumunda. Örgütlenme
uzmanı çalıştırmadan örgütlenmeyi, eğitim uzmanı çalıştırmadan eğitim yapmayı
becerebilen bir sendikadır. Örgütlenmeden anladığı, Birleşik Metal'in
örgütlenmeye çalıştığı yerlere saldırmak, patronlarını "işyerini bize verin,
yoksa komünistler gelecek" diye tehdit etmektir. Eğitimden anladığı ise,
kendilerine yakın temsilcileri, delegeleri alıp otellerde tatil
yaptırmaktır.
İşte, yüz binin üzerinde üyeye sahip bu sözde sendika,
Erdemir'in özelleştirmesine karşı tüm memleket ayağa kalktığında, tüm tepkileri
yanlış yöne sevketmek üzere bir kampanya başlatmıştı. "Özelleştirmeye evet, eğer
yerli bir patron alacaksa" diye özetlenebilecek bu kampanyayı bütün hızlarıyla
yürüttüler. İşçileri yemekhaneye toplayıp Türk bayrağı taşıttılar. İstiklal
marşı söylettiler. Bir ton ıvır zıvır.
Neticede Erdemir'i yüksek rütbeli subayların şirketi olan Ordu
Yardımlaşma Kurumu OYAK satın aldı. Oyak'ın satın aldığı kesinleşince, Türk
Metal tüm kampanyalarını durdurdu. Niye? E, ne olacak canım, bu güzide kuruluş
sadece yerli bir patrona satılmakla kalmadı, üstelik Atatürk ilke ve
inkılâplarının bekçisi, zinde kuvvet ordu tarafından korunmaya da alınmış oldu.
Yani, tam kaymaklı ekmek kadayıfı. Bakın bu durum Türk Metal'in resmi yayın
organı Türk Metal dergisinde nasıl açıklanıyor:
OYAK ERDEMİR'İ ALDI2005 yılından bu yana yayınlanan
dergilerimizde kapak konusunu Erdemir'in oluşturduğunu üyelerimiz ve okurlarımız
sanıyoruz hatırlayacaktır. 4 Ekim 2005 günü Ankara'da Hilton Oteli'nde yapılan
ihale ile Erdemir Oyak'a satıldı. Bu satış, gerek Hükümet ve yakın çevresi
tarafından pek olumlu' karşılanmadı. Çünkü Oyak ulusal sermayenin bir
temsilcisiydi. Eğer Arcelor ya da Mittal Erdemir'i almış olsaydı,
yalakalar alkışlayarak "Erdemir Dünya'ya Açıldı" "Dünya Devleri Türkiye'de" diye
manşetler ve yorumlarla insanları yönlendirecekti.Ulusal sermayemizin Erdemir'e
sahip çıkması, ve ihale devamında, Erdemir'i Oyak'ın alması ile söyledikleri,
Erdemir'i yabancılara peşkeş çekmek isteyenlere atılmış anlamlı
tokatlardır.Erdemir işçisi, ulusal sermayemiz içinde saygın bir yeri olan
OYAK yönetiminde üretmeye, kazanmaya, kazandırmaya devam edecektir. Erdemir,
dünya devleri arasında üst sıralara Erdemir işçisi, OYAK Yönetimi ve Türk Metal
Sendikası'nın oluşturduğu çok değerli bir "altın üçgen" ile çıkacaktır. Biz buna
inanıyoruz.Türk Metal Dergisi, sayı 75
Şimdi biliyorsunuz, Arcelor (Fransız şirketidir) Erdemir
hisselerini uzun zamandır topluyordu. İşçilerle el ele vererek Erdemir'i "ulusal
sermayenin gururu" yapacak olan Oyak yönetimi de, valla, böyle sözlere karınları
tok olsa gerek, Arcelor'u derhal şimdilik sadece ortak yaptı Erdemir'e. Yakında,
tümünü de satarsa kimse şaşmasın.
Peki, biz Türk Metal'cilerin attıkları o "anlamlı tokatları"
nereye yerleştirelim? Burada Türk Metal'i mi arsız ilan edelim. Yoksa, ülkemizin
bu kadar değerli bir kamu işletmesini emperyalist tekellere satma niyetini son
ana kadar gizleyen, bu memleketin bekçisi pozları yaparak her saf yurttaşı
aldatan OYAK'ı mı? Yoksa ister yerli olsun, ister yabancı, büyük tekellerden
yurtseverlik beklentisi içinde olanları mı?
Biz karar veremedik. Siz isterseniz tümünü de aynı sepete
yerleştirebilirsiniz. [a.e.]
Almanya'nın Baden-Württemberg Eyaletinde Vatandaş Olmak
Almanya'nın Baden-Württemberg eyaletinde vatandaş olmak, bu
sıralar, yani 2006 başından itibaren zorlu bir yoldan, daha doğrusu zorlu bir
testten geçiyor. 30 soruluk bu vicdan testinin kimin için zorlu olduğunu da
tahmin edersiniz, özellikle de son dönemde batının doğuya yaklaşımı çerçevesinde
"11 Eylül sonrası" potansiyel teröristlik tanımlamasına girdiği düşünülen tüm
Ortadoğu halkları. Neden zorlu olduğuna gelince, çünkü daha önce bir şekilde
aslında aralara serpiştirilerek ve daha düşük bir dozda yabancılara yöneltilen
sorular, bu defa çok açıktan, ağırlaşmış olarak, onur kırıcı, rencide edici,
haysiyeti zedeleyici, insan haklarına aykırı, hiçbir adalete sığmayan, düşünce
özgürlüğüne aykırı ve de ayrımcı, ırkçı şekilde vatandaş adaylarının karşısına
çıkıyor. Birkaçını verelim: - Almanya Cumhuriyeti Anayasası özgür demokratik
temel düzene bağlıdır. Diğer Avrupa Birliği ülkeleri ile içerik bakımından aynı
olan değer düzenini kapsayan bir temel yasası bulunmaktadır. Buna insan
haysiyetinin korunması ve devletin güç kullanma tekeli de dahil bulunmaktadır.
Diğer bir deyişle, devletten başka kimse Almanya Cumhuriyeti içerisinde, nefsi
müdafaa durumları haricinde, başkasına karşı şiddet kullanamaz. Devlet ise, güç
kullanımını kanunlardan doğan hakkı ile kullanabilir. Örneğin kadın-erkek
eşitliğini sağlamak gibi. Bu temel prensipler sizin inançlarınıza uyuyor mu?- Bu
beyanlar hakkında ne düşünüyorsunuz? "Demokrasi en kötü yönetimdir". "İnsanlık
demokrasi kadar kötü bir şey yaşamadı." "İnsanların kendini demokrasiden
kurtarabilmesi için ilk olarak demokrasinin insanoğluna hiçbir iyilik
getirmeyeceğini kavraması gerekmektedir".- Kızınız/kardeşiniz size gelip cinsel
tacize uğradığını söylerse bir baba, anne, ağabey ya da kız kardeş olarak ne
yaparsınız?- Komşunuzun, arkadaş ya da tanıdık çevrenizden birinin terörist
saldırıda bulunduğunu ya da planladığını öğrendiniz. Nasıl davranırsınız? Ne
yaparsınız? - 11 Eylül 2001 New York ve 11 Mart 2004 Madrid saldırılarını
duydunuz. Sizce bunu gerçekleştirenler terörist mi yoksa özgürlük savaşçıları
mı? Cevabınızı açıklayınız.- Bazı insanlar dünyadaki bir çok kötülükten
Yahudilerin sorumlu olduğunu ve hatta 11 Eylül 2001 tarihinde New York'ta
gerçekleşen saldırıların arkasında da onların olduğunu düşünüyor. Böyle
varsayımlar hakkında ne düşünüyorsunuz?- Kızınız Almanya'da bir iş için
başvuruda bulunuyor. Ancak başvurusu reddediliyor. Daha sonra aynı işi
Somali'den gelen zenci bir Afrikalı'nın aldığını öğreniyorsunuz. Bu durum
karşısında nasıl davranırsınız?- Almanya'da bazı siyasetçilerin eşcinsel olduğu
bilinmekte. Almanya'da eşcinsellerin kamusal kurumlarda çalışmaları konusunda ne
düşünüyorsunuz?Gördüklerimin arasında en çarpıcı sorular bunlardı, yani
insanların sözde "demokratlığını, ırkçı olup olmadığını, tutucu, dinci,
milliyetçi olup olmadığını, cinsiyet ayrımcısı olup olmadığını" ölçecek olan bu
soruların kendisi "antidemokratik, ırkçı, dinci, milliyetçi, ayrımcı ve
cinsiyetçidir". Baden Württemberg İçişleri Bakanına bu arsız sorular
yöneltilseydi, "Alman toplumu her şeyi aşmış" mı dedirtecekti acaba?
[d.ö.]
Dönekliğin böylesi...
Gençler bilmez ama 1970'leri yaşayanlar bilir, Ahmet Kardam,
Zülfü Dicleli, Ayşe Bilge Dicleli adlarını. Dönek Nabi Yağcı'nın arkadaşları
diyelim kısaca. Metal işçilerinin, en büyük ve en saldırgan patronların örgütü
Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası MESS'e karşı grevlerde, mitinglerde "DGM'yi
ezdik, sıra MESS'te" diye slogan attığı devirde, TKP, DİSK, Maden-İş, Politika
gazetesi saflarında yönetici, uzman, yazar olarak görev yapan kişiler bunlar.
İşçilere komünizmi, sosyalizmi, devrimi, sömürüyü, grev hakkını, faşizm
destekçisi MESS'in işlediği suçları anlatıyorlardı. Sonra 1980'ler geldi. Dünya
çapında kapitalist gericiliğin saldırısı, Reagan, Thatcher, Kohl, Özal, 12 Eylül
faşizmi, Gorbaçov teslimiyeti, TBKP
derken, dünya kapitalizmi, sosyalizm ve
devrim karşısında dünyada ve Türkiye'de geçici -evet, proletaryanın ve ezilen
halkların ikinci bir kitlesel atılımında tuzla buz olacak geçici- bir başarı
kazandı. Bir de ne görelim, devrimden umudunu kesen bu beyler ve hanımlar,
gençlik hülyalarını gömdüler, inançlarına ihanet ettiler. İşçilerin safından
patronların safına, proletaryanın yanından burjuvazinin yanına geçtiler. Parayı
seçtiler. Bilgilerini, görgülerini satılığa çıkardılar. Eskiden kötülüklerini
anlattıkları MESS'e kapılandılar. Barikatın öbür yakasında bu kez işçi sınıfına
karşı kapitalist sınıfın uzmanı olarak sahneye çıktılar. Artık işçilere
patronların ne kadar saygıdeğer, kapitalist düzenin ne kadar anlamlı,
hiyerarşinin ne kadar gerekli olduğunu anlatıyorlardı. Bu kişilerin son
marifetini okuyalım, isterseniz. Sözü Zafer Aydın'a bırakıyoruz.
Uygarlık görgülü işçilerle' gelecek
Zafer Aydın*21 Ocak 2006, Birgün
Ne mutlu
Metal işçileri 2006 yılına yaşamlarında en çok
ihtiyaç duydukları rehbere' kavuşarak girdiler. Metal işverenlerinin örgütü
MESS, işçilere yılbaşı armağanı olarak Ahmet Kardam ve Ayşe Bilge Dicleli
tarafından hazırlanan "Eğrisi Doğrusu, Görgülü Ol, Hoş Yaşa" adlı görgü
kurallarını anlatan bir kitap dağıttı. Kitap, günlük yaşamdan iş yaşamına,
oradan sosyal yaşama kadar uygar bir insanın bilmesi gereken görgü kurallarını
en ince detayına kadar anlatıyor. Faydalı, eğitici, öğretici bir eser! Kitabı
okuyup özümseyen işçilerin hayatı artık daha kolay olacak! Restoranda yemek
yerken bez peçeteyi nereye koyacağını bilmediği için büyük sıkıntı duyan,
boynuna asarak ya da tabağın altına sıkıştırarak görgüsüz durumuna düşen, aile
sofralarında bardağın, peçetenin, çatalın, bıçağın yerini ayarlayamayan, resmi
yemek davetinde masa düzeninden habersiz, tuvaletini yaptıktan sonra sifon
çekmesi gerektiğini bilmeyen işçiler, bu kitap sayesinde çok şey öğrenecek ve
rahat edecek!
KİTABIN FAYDALARI SAYMAKLA BİTMEZ
Aslında kitabın faydaları saymakla bitmez. Diyelim ki bir
arkadaşınızla sinemada karşılaştınız, arkadaşınızı eşinize tanıştıracaksınız ama
ismini hatırlamıyorsunuz o durumda ne yapabilirsiniz? İşte içine düştüğünüz
böylesine zor durumlardan sizi kurtaracak ince tüyolar da mevcut kitapta.
Önerilen kalıbı ezberlediniz mi karada ölüm yok artık size.
Kitabı eline alınca insan hayatında ne kadar çok yanlış
yaptığını anlıyor. Bu kadar çok yanlışla hayatımızı bugüne kadar sürdürebilmiş
olmamız gerçekten şaşırtıcı. Örneğin, çoğumuz hayatımızda önemli insan- önemsiz
insan ayrımı nedir bilmeyiz. Birisiyle karşılaşınca karşımızdakinin sosyal
statüsünü, pozisyonunu dikkate almadan elimizi uzatıp, el sıkarız. Halbuki bu
çok yanlışmış. Kitaptan öğreniyoruz ki "önemli kişi her kimse, elini ilk uzatan"
o olmalıymış. Bu o kişiye "gösterilen saygının bir ifadesi" olduğu gibi onu
"istemediği zamanlarda el sıkışmak zorunda bırakmamak" için de gerekliymiş. Ha,
unutmadan söyleyelim iş ortamında hiyerarşik olarak daha üst konumda olan yani
patron, yani müdür önemli kişiymiş. Demek ki ulu orta patronların, üst düzey
yöneticilerin eline sarılıp, onları sizin elinizi sıkmak zorunda bırakmak gibi
görgüsüzlük yapmamak lazım! Kaldı ki onlar lütfedip ellerini uzattığında
sıkmamak görgüsüzlük sayıldığı gibi insanı işinden bile edebilirmiş. Dini
inançları gereği kadın işçi müdürün elini sıkmayabilirmiş; ama müdür, yani
önemli kişi elini uzattığında işçi sıkmazsa kendisine yeni iş aramalıymış.
İşçiler, patronların, önemli insanların elini sıkmadıklarında bile işten
çıkarılabileceklerini düşünerek de bulabilirlerdi; ama sağ olsun MESS incelik
yapıp hatırlatmış!
ÖNEMLİ KİŞİ' İLE ARANDA 120 CM MESAFE OLMALI
Kitabı okumadan önce "insan ilişkisinde mesafeyi" çoğu kimse
gibi ben de mecazi bir deyim sanıyordum. Meğerse fiziki bir karşılığı varmış,
çalışma yaşamında herhangi bir zorunluluk olmadıkça önemli kişiler'le aradaki
sosyal mesafe 120 santimle iki metre arasında olmalıymış. Meğerse önemli
insanlarla aramıza 120 santimden daha fazla mesafe koymayarak bilmeden ne kadar
çok görgüsüzlük yapıyormuşuz günlük hayatta, iş yaşamında! Hatırladıkça insanın
utancından yerin dibine giresi geliyor. Sadece bu iki örnek bile kitabın önemi
ve değerini ortaya koymakta yeterli. Bir düşünsenize bu kitap olmasa günlük
hayatımızı yanlışlardan arındırıp, görgü kurallarına bağlı bir düzen içinde
uygar bir insan olarak sürdürmemiz için bu kadar önemli tavsiyeleri bize kim
yapabilirdi? MESS işçilerin kişisel gelişimini bu denli kendine dert etmeseydi,
dişini fırçalamayı bilmeyen, tuvalet kağıdı, kağıt mendil kullanmaktan habersiz,
banyo yaptığında su gideri üzerindeki süzgeci temizlemeyi akıl edemeyen, aciz'
insanların eğitimini kim düşünebilirdi?
BU ÖNEMLİ ESER, İŞÇİLERCE BİR KENARA ATILIRSA
Yine kitaptan öğrendim; iyi bir işi takdir edip, övmek basit
bir görgü kuralıymış. Görgüsüz durumuna düşmek istemem; o yüzden samimiyetle
belirtmeliyim ki MESS iyi bir iş çıkarmış! Bu kitap, yakın tarihimizin "Türkiye
yi temiz tut yeşili koru" ve "ödediğin her kuruş vergi yol su elektrik olarak
geri dönecek" kampanyaları kadar etkileyici ve öğretici. Eminim işçilerin
uygarlaşmasında, kendine olan güvenlerinin artmasında, özbilinçlerinin
gelişmesinde büyük katkı sunacak. Yalnız bu önemli eserin işçiler tarafından bir
kenara atılması, Cumhuriyetin ilk yıllarında yayınlanmış adab-ı muaşeret
kuralları kitaplarının akıbetine uğraması ihtimali yok değil. Malum işçiler
biraz az okuyor ve zor öğreniyor! O yüzden bu kitaptan çeşitli bölümleri filme
çekip, CD olarak işçilere dağıtmak kitabın heba olma ihtimalini ortadan
kaldırılabilir. Gerçi tuvaleti kullanmayı bilmeyen işçilerin bilgisayar,CD
player vb. kullanıyor olması paradoksal gözükebilir; ama olsun yine de denemekte
fayda var.
KİTABIN YAZARLARINA GÖRE, GREV'E BAŞVURMAK' GİBİ KABALIKLAR DA
GÖRGÜSÜZLÜK SAYILIR MI ACABA?
Kitaba ilişkin bunca övgüden sonra bir eksikliğe dikkat çekmem
umarım ağır kaçmaz. Kitapta işçilerin sendikalaşma isteğinin, ücret artışı,
çalışma koşullarında iyileştirme gibi taleplerle ortaya çıkmasının, bu
taleplerin gerçekleşmesi için grev vb. yöntemlere başvurmasının görgü
kurallarına aykırı olup olmadığı belirtilmemiş, bu bir eksiklik gibi geldi bana.
Yanılıyorsam affedin, görgüsüzlüğüme verin!
İşin esasına bakarsak MESS'in yaptığı eşine az rastlanır bir
sosyal sorumluluk örneği! Çok değil, on-onbeş yıl öncesine kadar kebap yiyip
viski içtiği için "kıroyum ama para bende" diye görgüsüzlüğü alay konusu olan
burjuvazideki büyük dönüşüm'ün bir göstergesi bu kitap. Öyle anlaşılıyor ki
dünya görmüş, ilim irfan sahibi olmuş yeni jenerasyon burjuvalar, işçilerle
aralarındaki kültürel mesafenin daha fazla açılmaması ve İşçilerin de kendileri
gibi uygarlaşması' birer centilmen' olması için samimi bir çabanın içine
girmişler!
Dünyadaki değişimi ve gelişimi kavrayamayan kaba saba
solcuların bu önemli ve samimi çabanın değerini anlamayacağını kestirmek hatta,
MESS "işçilere evrimini tamamlamamış, kuyruğu yeni düşmüş muamelesi yapıyor"
diye eleştirmeye yelteneceğini tahmin etmek zor değil. Onların şablonları,
klişeleri, diyecekleri belli: Yok efendim, işyerlerini çalışma kampına çeviren,
işçileri vahşi kapitalizm dönemi çalışma ve yaşama koşullarına mahkum eden
MESS'in bu çabası samimi olamaz diyecekler
Yok efendim, uygarlığın tek ölçüsü
görgü kuralı mı, işçiyi gerekçesiz işten atmamak, çalışanın haklarına saygı
göstermek uygarlık ölçüsü değil mi diye soracaklar
Yok efendim, işçiler masada
tabağın çanağın yerini verilen şemaya uygun ayarladı ama peki o tabaklar nasıl
dolacak gibi bir dizi basit ve manasız cümlelerle açık yakalamaya çalışacaklar
Ama siz boş verin onları
Solcular biraz feraset sahibi olsa sokaklarda
"özgürlük işçilerle gelecek" sloganı yerine "uygarlık görgülü işçilerle gelecek"
sloganıyla yürür, MESS'in bu "büyük uygarlaşma projesi"ne destek olurlardı; ama
nerede öyle makul, anlayışlı, sağduyulu solcular! Allahtan memlekette
"bükemediği bileği öpecek" kadar özgüveni gelişmiş, hiçbir komplekse kapılmadan
"MESS'i ezemedik sıra hizmette" diyebilen çağdaş, uygar, demokrat bazı eski
solcular var. Onlar sayesinde hem işçi sınıfının görgüsü bilgisi artıyor, hem de
sol kaba saba solcuların inhisarından kurtuluyor!
* Kristal İş Sendikası eğitim uzmanı
Kitabın Adı: Eğrisi Doğrusu / Görgülü Ol, Hoş
YaşaYazarlar: Ahmet KARDAM, Ayşe Bilge DİCLELİTürkiye Metal
Sanayicileri Sendikası MESS Yayını
"BİZ DOSTLARIMIZI YEDİRMEYİZ"
1980 yılında, sit alanı olan ve sadece yüzde 6 imar izni
bulunan Küçükçamlıca'da bir villa yaptırdı. Villa kaçaktı, ama yıktırılamadı.
Aradan 8 yıl geçti, bu villanın bahçesine bir villa daha yaptırdı. Bu sefer
Üsküdar Belediye Encümeni devreye girdi. Villaların yıktırılması için karar
çıkartıldı. Ancak yıkım ihalesini kimse almadığı için kaçak villalar
yıkılamadı.Sözü edilen şahıs, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan. Yıllarca bıkmadı,
usanmadı, ve sonunda mücadeleyi kazandı: Villalar yıkılmayacak! Nasıl mı? İmar
iznini yüzde 6'dan yüzde 20'ye çıkarttırarak tabii ki... Kararı veren, İstanbul
Üç Numaralı Tabiat ve Kültür Varlıkları Koruma Kurulu... Bu kararla, Unakıtan'ın
SİT alanında bulunan villaları kaçak olmaktan çıkarıldı.Unakıtan'la ilgili bu
kararın meclise getirilmesine ve medyada yer almasına tepki gösteren Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan, "Biz dostlarımızı bunlara yedirmeyiz" diyerek aslanlar
gibi sahip çıktı. Yoruma gerek yok, kim kimi yer bilinmez. Bizi ilgilendiren
gerçek, işçinin alınterini, halkın PETKİM'ini, ERDEMİR'ini, TÜPRAŞ'ını gözünü
kırpmadan satanlar, yabancı sermayeye peşkeş çekenler, gün gelecek, yediklerini
bir bir çıkarmak zorunda kalacak... [s.g.]