Bu yıl kutladığımız 1 Mayıs 97'nin yalnızca bizler açısından değil, tüm işçiler, emekçiler ve emeğin davasını savunan sol ve sosyalist gruplar açısından ayrı bir önemi vardı. Bu yıl yapılan hazırlıklar, bir yanıyla 77 yılında yaşanılan katliamın lanetlenmesini ve mücadelenin herşeye rağmen boyutlandırılmasını, diğer yanıyla da işçi sınıfının yüzyıllık mücadele geleneğini yansıtan bayramın kutlanmasını içeriyordu. 1 Mayıslar bütün dünyada işçi sınıfının, kendisini destekleyenlerle birlikte, sermayeye karşı kendi özgücünü kullanarak alanlara çıktığı bir bayramdır. Ne yazık ki, ülkemizde bayramımızı kutlamak için bile bedellerin ödenmesi, canların kırılması gerekiyor.
Sermaye, 77 1 Mayıs'ı gibi bir katliama neden ihtiyaç duymuştu? Bunu anlayabilmek için öncelikle yetmişli yılların politik havasını kısaca aktarmak gerekir.
Türkiye işçi sınıfının bayramını serbestçe alanlarda kutlaması yirmili yıllardan sonra yasaklanmıştı. Her ne kadar sınıf,
bayramının yasaklı olduğu dönemlerde dahi bu kutlamayı gerçekleştirdiyse de, sınıfın bayramı yığınlarla birlikte
alanlarda kutlaması için 1976 yılına dek beklemesi gerekmişti. 1976 yılında, işçi sınıfı 1 Mayıs'ı DİSK'in öncülüğünde Taksim'de kitlesel bir gösteriyle kutlamıştı. Dönemin yükselen sınıf mücadelesine paralel olarak, yalnızca doğrudan işçi
sınıfı değil, kendi kurtuluşunu emeğin kurtuluşunda gören müttefikleri de alanlara dahil olmaya başlamıştı.
1 Mayıs 76'nın kitleselliği ve mücadele bilincinin gelişmesi, daha o günlerde 77 Mayıs'ının nasıl geçebileceği konusunda bir fikir veriyordu. Elbette öncü işçilerin yaptığı bu tespitin bir benzeri de burjuvazi tarafından öngörülmüştü.
Kitlelerin açık alandan geriye çekilmesini ve bilinçli işçiler ile devrimci ve komünistlerin tecrit edilmesini isteyen sermaye güçleri, 1 Mayıs 77'yi kana bulayarak, alana küçücük çocuklarıyla, tekerlekli sandalyeleriyle gelmiş olan işçilerin ve sıradan halkın bundan sonraki 1 Mayıslara katılımını önlemeyi amaçlamış ve hazırlıklarını bu doğrultuda yapmıştı.
Mitingin sonlarına doğru, Intercontinental otelinin (bugünkü the Marmara oteli) iki ayrı odasından ve alanın değişik yerlerinden DİSK genel başkanı Kemal Türkler'in konuşma yaptığı kürsüye ve
kalabalığın üstüne hedef gözetmeden ateş açan kontgerilla elemanları, bir anda kitlenin paniğe kapılmasına yol açmış ve
çıkan izdiham sonucunda üçü kurşunla, kalanları ezilerek olmak üzere, 34 kişinin ölümüne neden olmuştu. Daha sonra hastanede ölenlerle birlikte, bu sayı 37'ye yükselmişti. Bu katliamda dikkati çeken nokta, otel haricinde, kitlenin üzerine ateş açılan yerlerin diğer sol grupların giriş yaptığı yerlerden yapılması ve bilinçli olarak bir sol içi çatışma havasının yaratılmak istenmesiydi.
Elbette burjuvazinin amaçladığı yılgınlık yaratılamamış ve 80 darbesine kadar bütün 1 Mayıslar, 90 yılından bu yana kutladıklarımız dahil, aynı kitlesellik ve coşkuyla kutlanmaya devam etmişti.
1 Mayıs 1977 katliamının ardından, kutlamalar öncesinde şehitlerin anılması geleneksel bir hale getirildi. 1 Mayıs 1997, işte bu katliamın yirminci yıldönümüne denk geldi. Doğal olarak, sol, sosyalist ve komünist çevrelerin, bu yılki 1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanması yönünde bir istek beyanı oldu. 1 Mayısların işçi sınıfından bağımsız kutlanmaması ve işçilerin kendi sendikal örgütleriyle bulunduğu alanlara gidilmesi yönünde varolan -doğru- irade nedeniyle, bu yılki 1 Mayıs tertip komitesini oluşturan DİSK, KESK, Hak-İş ve Türk-İş'in (Hak-İş sonradan çekildi) çağrısıyla bayramın Çağlayan'da kutlanmasına karar verildi. Kimi parti ve grupların haftalar öncesinden başlayarak "mutlaka Taksim" çağrıları ise, ne yazık ki, kendileri tarafından bile ciddiye alınmadı ve herkes Çağlayan'a geldi.
Bu yılki 1 Mayıs, geçen yıl gerçekleştirdiğimiz 1 Mayıs kutlamaları ile karşılaştırıldığında, görece sönük kaldı. Kadıköy kutlaması, mevcut yapıların hepsinin tüm gücünü alana yığdığı, dolayısıyla yüz binin üzerinde insanın toplandığı dev bir gösteriye dönüşmüştü. Daha sabah saatlerinde yaşanan provokasyon sonucunda üç işçinin öldürülmesi ile gerginliğin tırmanması ve sonradan medyanın elinde iyi bir malzeme olarak kullanılan olayların olması bile gösterinin azametini örtememiş ve hafızalara o haliyle yerleşmişti.
Bu yılki kutlama hazırlıklarının başlamasıyla, günler öncesinden gazete ve televizyonlarda yeralan ilgili ilgisiz bütün haberlerin bir yanına, geçen yıl yaşanılan "kötü" olaylar, "unutanlara hatırlatmak" üzere tekrar tekrar verildi. Medyanın
bu gayretinin yanısıra, bizzat tertip komitesinde yer alan kimi kuruluş temsilcilerinin de olaylar çıkabileceğinden endişe duyduğunu ifade etmesi ve polisi göreve davet etmesi katılımın sıradan halk açısından düşmesine yol açtı. 1 Mayıs'a birkaç gün kala ivmesini iyice arttıran bu kampanya, bayramın işgününe denk gelmesi, sendikal örgütlülükte meydana gelen gerileme, sendikal örgütlenmenin mevcut olduğu yerlerde ise
yeterince çalışma yürütülmemesi ve dolayısıyla pek çok fabrikada işçilerin "izin" alamaması ile birleşince, kutlamaların daha sönük olması için ortam yaratılmış oldu. Yapılan onca olumsuz propagandaya, halkın her yönden terörize edilmesine ve herkesin olay çıkacak beklentisi içine sokulmasına rağmen, alana giremeyenlerle birlikte altmış binin üzerinde
insanın toplanması, umutsuz olmayı gerektirecek bir durumun
olmadığını gösteriyordu. Bırakalım umutsuz olmayı, katılan grupların coşkusuna ve sendikalarla gelen işçilerin niteliğine bakıldığında mücadele açısından sevinilecek pek çok noktanın mevcut olduğu da görülüyordu.
Kadıköy ve Çağlayan 1 Mayıslarını kendimiz açısından değerlendirdiğimizde, büyüme doğrultusunda mütevazı ama önemli adımlar attığımız söylenebilir.
Bayrama bizimle birlikte gelenler, bir yanda hayatında böylesi bir etkinliğe ilk kez katılanlardan, diğer yanda ömrü mitinglere
katılmakla, miting düzenlemekle geçmiş deneyimli arkadaşlardan oluşuyordu. Dolayısıyla, yürüyüş kolunun toplanması esnasında bir grubun aşırı heyecanı, diğer grubun da çok soğukkanlı olması her iki grubun da birbirini garipsemesine' yol açıyordu. Ama, korteji oluşturduktan ve sloganlara başlandıktan sonra,
deneyimsiz arkadaşların coşkusu diğerlerine aktarılırken, deneyimli arkadaşlarımızın soğukkanlılığı da diğerlerine bulaşmıştı. Böylece hem coşku dolu hem de heyecanı kontrollü bir bileşim meydana gelmişti.
Kendi açımızdan, çeşitli acemilikler yaptığımızı da söylemeliyiz. Oluşturulan beşerli kortejin sık sık bozulması ve sıralar arasında bırakılan boşluğun bazen daralması bazen genişlemesi düzensiz bir görüntü verdi. Özellikle kontrol noktasında polisin bundan öncekilere benzemeyen bir şekilde arama yapması, önde pankart ve resim taşıyan arkadaşlarımızın bizden uzağa düşmelerine neden oldu. Kontrol noktasını geçtikten sonra düzeni sağlayabildiysek de, en az bir on dakika karışıklık devam etti.
Alana girdikten ve pankartlarımızla yerimize yerleştikten sonra, programın bitimine kadar bazen sloganlarımızla bazen alkışlarımızla sanatçı ve konuşmacılara eşlik ettik. Pankartlarımızın toplanmasıyla değişik yönlere doğru dağılarak, mitinge son verdik.
Sonraki günlerde mitingle ilgili yapılan değerlendirmelerde aksaklıklar ve olumluluklar üzerinde duruldu. Yaşanılan aksaklıklar hemen herkes tarafından birlikteliğimizin henüz ilk dönemleri olduğu gerekçesiyle pek ön plana çıkartılmadı. Çoğunluk olumluluklar üzerinde durdu. Yalnız bu arada yeni-eski birçok arkadaşımızın ortak yakınmasına değinmeden geçmeyelim. Arkadaşlarımızın bu yakınması, doğrudan bizimle ilgili olmamasına rağmen, sonuçta gelecek günlerimizi etkileyebileceği için önemliydi.
Bayrama hazırlandığımız dönemlerde, biz dahil bizimle birlikte yürüyüşe katılacak hiç kimsenin farklı pankart taşımaması doğrultusunda
bir karar alınmıştı. Henüz toplanma noktasındayken onbeş yirmi kişiden oluşan bir grubun ayrı imzalı bir pankart açtığını gördük. Bunun ne anlama geldiğini sorduğumuzda, bu arkadaşların kendi çevrelerine toplanma işareti olarak bu imzayı taşıyan pankartı bildirdiklerini, dolayısıyla arkadaşlarıyla buluştuktan sonra pankartı kapatacaklarını söylediler. Buna rağmen, gerek toplanma gerekse yürüyüş esnasında biz uyardıkça pankartı
kapattılar, dikkatimizin dağıldığını farkettiklerinde ise tekrar açtılar. Alana girene kadar da bu "aç-kapa" işlemini yinelediler. Alınan kararın ihlali anlamına gelen bu davranış
hoş karşılanmadı. Zaten kendileri de bizim kortejin arkasında biraz boşluk bırakarak yürüdükleri için, bu arkadaşların normalde bizimle birlikte yürümek niyetinde oldukları pek farkedilmedi. Sonuçta, alana girildiğinde de bu arkadaşlar ayrıldılar ve farklı bir yere gittiler. Karşılaştığımız -bizce olumsuz- bu durumun değerlendirmesini tüm dostlarımızın kendi anlayışına bırakıyoruz.