Benim Cici Silahım filmi geçen haf-talarda gösterimdeydi. ABD'nin Irak'ı işgalinden önce çekilen film uzun süre vizyonda kalmadı ve yalnızca birkaç si-nemada gösterildi. Böyle bir dönemde, 11 Eylül'ü hazırlayan ABD'nin suç dosyasını da bir bir sıralayan yönetmen Michael Moore'un filmini önemli bulduğumuz için burada yer vereceğiz. Ama bu yazıda ele aldığım eleştiri konusu tabii ki ne bu dürüst yönetmen ne de bu güzel filmin kendisi. Burada kıyasıya eleştirmeyi niyet ettiğim konu, başta tüm dünyanın başına bela olan emperyalist silah sanayi ile Amerikan kovboy filmlerinden tanıdığımız bir artist bozuntusu ve Amerikan Ulusal Silah Organizasyonu'nun başkanı Charl-ton Heston. Hatırlanacağı gibi, yönetmen Moore'un, en iyi belgesel Oscarı'nı aldığı 2003 Oscar töreninde yaptığı konuşma çok dikkat çekmişti. Moore, Irak savaşı öncesinde savaşın gereksizliğini ve Sad-dam Hüseyin'in Amerikalılar için tehdit olduğu iddiasının kurmacadan ibaret ol-duğunu belirtmişti. ABD'nin Irak'ta bulun-ma sebebinin dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip çıkma isteği olduğunu söyleyerek törende, "bu yaptıklarından utan, Bush, utan!" demişti.
Filmde Amerikan toplumunda bireysel ya da kitlesel silahlanmanın eleştirildiğini görüyor olsak da, filminin yönetmeni Moo-re, eserinin sadece bireysel ya da kitlesel silahlanmayla ilgili olmadığını, Amerikan toplumunun içine sinen korku ve şiddet dolu ruhunu sergilediğini söylüyor.
Benim Cici Silahım bir belgesel film. Filmin başında Moore, müşterilerine yeni bir hesap açarken, silah deposundaki mevcutlardan diledikleri silahı hediye ola-rak veren North Country Bank'ta hesap açıyor ve çok doğal olarak gerçekleşen bu olayın inanılmazlığını gözler önüne sermeye çalışıyor. Moore, bir tüfek "kuşa-nıp" bankadan ayrılıyor.
Filmin adını aldığı "Columbine" lisesi, ABD'nin Littleton kentinde bulunuyor. Bu lisede 20 Nisan 1999 tarihinde iki öğrenci okulu basıp rastgele ateş açarlar, bunun sonucunda 12 öğrenciyi ve bir öğret-meni öldürürler ve çok sayıda öğrenciyi yaralarlar Ardından bu iki öğrenci, son kurşunlarla intihar ederler. Moore, filmin kurgusunu bu iki genci böyle bir eyleme sürükleyen nedenleri ve olayın arkapla-nında yatan gerçekleri ortaya koyar. Bu çocukları böyle dehşet verici bir eylem-de bulunmaya sürükleyen sebep nedir? Bunun Amerikan toplumundaki şiddete aşırı düşkünlük ve paranoya boyutundaki korku ile bir ilintisi var mı? Moore, bunları seyirciye adım adım aktarır.
Herşeyden önce, lisedeki olayı izler-ken dikkati çeken, saldırının gerçekleştiği sınıf veya bölümlerden okul kameraları aracılığıyla olayın naklen bir medya ka-nalına aktarılabilmiş olması ve örneğin okul sekreteri ile medya spikerinin canlı bağlantısı sırasında yaptıkları konuşma-lardaki "yabancılaşma"nın dehşet vericili-ğiydi. Sekreter geçerken ihmal etmiyor ve o kanalın çok sevgili izleyicisi olduğunu belirtiyor! Veya örneğin bir veli de "canlı bağlanıyor" ve ısrarla çocuğunu soruyor, çocuğuna ulaşamadığını belirtiyor, feryat ediyor gerçi ama, tam da medyanın duy-gu sömürücü tutumuna alet olduğunun farkında değil.
Columbine lisesinde öldürülen çocuk-ların cenazesinde konuşma yapan anne babalardan biri, artık bazı şeyleri dü-şünmenin zamanın geldiğini söylüyordu. Gerçekten neydi çocukların babalarının silahını alıp okulu kan gölüne çevirme nedeni? Moore olaya açıklık getiriyor. Columbi-ne lisesine çok yakın bir bölgede Lockhe-ed Martin silah fabrikası, bu okulda ölen çocukların babalarının çalıştığı ve nükle-er başlıklı füzeler üreten bir fabrikadır. Ve bu nasıl bir tesadüftür ki aynı gün, Ameri-kan hava kuvvetlerinin Kosova'ya yönelik en ağır bombardımanı gerçekleştirdikleri gündür. Dönemin Başkanı Clinton aynı gün önce hem Kosova'ya "barış gücü-"nün başarılı olacağına dair bir demeç verirken yarım saat sonra Columbine'daki trajediyi ağlamaklı bir sesle aktarıyor ve üzüntüsünü belirtiyordu. Ama Kosova'yı anlatırken yüzünde herhangi bir duygu kırıntısına rastlamak mümkün değildi.
Cenazeden kısa bir süre sonra Little-ton'a gelmek isteyen Ulusal Silah Organi-zasyonu başkanı Charlton Heston'a nef-retle gelmemesi iletilir. Bu organizasyon yanlış anlamayın, örneğin son dönem daha sık gündeme gelen "silahsızlanma" üzerine bir vakıf değil. Charlton Heston'un başında bulunduğu organizasyon aksine, Amerikan toplumuna silahlanmayı pom-palayan bir organizasyon, açıkça silahları ve silah taşınmasını teşvik ediyor. Little-ton'dan kovulsak da biz bacadan gireriz türü bir konuşma yaptığı bir toplantıda, ne kadar insani bir organizasyon olduklarını ve Columbine'daki bu olaydan ne kadar etkilendiklerini (!) açıklamak için, silahlara yatırımın yanı sıra çocukları silahlardan uzak tutmak için girişimlerinin olduğunu, küçük kılavuzlarla (hani ilaç paketlerinde bulunur ya, çocuklarınızın erişemeyeceği yerlerde saklayınız diye !), çocuklara silahlardan uzak durmaları konusunda uyardıklarını belirtiyor. İşte tam bir iki-yüzlülük! Önce silahı teşvik edeceksin. Olmayan bir "yabancı"lar, "kötü"ler, "öte-ki"ler paranoyası yaratacaksın, sonra da aman ha silahlara dikkat edin diyeceksin. Charlton Heston'un Moore ile yaptığı gö-rüşmeden ortaya çıkan, onun da aslında bir paranoya yaşadığı doğrultusunda. Çünkü Heston'un evinde randevulaşan Moore'un, Heston'a ulaşıncaya kadar evinin ve bahçesinin etrafında oluşturul-muş teknolojik "güvenlik" donanımından dudakları uçukluyor. Moore'un, niçin bu kadar silahlanma gereği, nedir bunun sebebi sorusuna, Heston, Amerika'ya düşman bir takım yabancıların varlığın-dan dem vuruyor. Ama kendisini de bunu net anlatamıyor. Moore'u kibarca evinden kovuyor, sorularını yanıtsız bırakıyor, kendisi de kaçıyor. Bu aslında kendi korkaklığını gösteriyor? Aslında o olağa-nüstü "güvenlikli" evinde kendini güvende hissetmiyor.
Film bu kadarla sınırlı değil. Moore, Columbine lisesindeki olay, bu çocukların ana babalarının silah fabrikasında çalış-maları ile ABD'nin kabarık suç dosyası arasında çok çarpıcı bir bağlantı kuruyor. ABD'nin suç dosyası ve katliamlarına biz de dergide yer vermiştir. Filmin ABD'nin Irak'a saldırısını öncelemiş olması ise ne bir tesadüf ne bir zamanlama soru-nu. Irak sözümona kimyasal silah üretip bunları uluslararası hukuka aykırı biçim-de saklıyordu. Bu anlamda bir "tehdit"di tüm dünya barışı için. ABD'nin barışının ise ne hikmetse çok kanlı olduğunu ve daima ülke halklarına acı ve gözyaşı götürdüğünü biliyoruz. Gelgelelim, Irak yerle bir edildi, ama ne kimyasal silah çıktı ne de bunları kullanmak yönünde en ufak bir girişim. Uluslararası hukuku çiğ-neyen her zamanki gibi ABD'nin kendisi oldu. Kimyasal silahların ABD'nin Irak'a saldırısı için yalnızca arkasına sığındığı bir gerekçe olduğu görüldü. Çünkü ABD gerek ekonomik gerekse siyasi krizlerin-den çıkış arayışında daima bir ülkeyi işgal etmiş, oraya kendinden menkul Amerikan "barış"ını götürmeye çalışmıştır. Çünkü ABD bu defa Ortadoğu'nun enerji ve pet-rol rezervlerine göz dikmişti. Son olarak, bakalım Irak'ın ardından hangi ülkeye saldırma hazırlığında.
Moore'un belgeseli, 11 Eylül saldırı-sına maruz kalan ve bu nedenle mağ-duriyetini dünyaya karşı haklı çıkarmaya çalışan ABD'nin, daha doğrusu Amerikan halkının sorunu çok başka yönleriyle sorgulaması gerektiğini ortaya koyuyor. Bu sorgulamayı yaparken, "tehdit", "gü-venlik" paranoyası ile daha çok mu kor-kuya kapılacak ve silahlanma yönelimini benimseyecek, yoksa gerçekten kendi yönetimlerinin başında bulunanların -bu son Bush kliğinin aynı zamanda ne kadar çok sayıda silah ve enerji şirketinin önde gelen yöneticileri olduğu göz önünde bu-lundurulursa- politikalarını sorgulayarak, değiştirmeye mi çalışacak, bunu hep birlikte göreceğiz.