Kemal Türkler "ekolünün" en "delikanlı" denilen türünü belki
de Murat Tokmak simgeler. Geçtiğimiz gün sendikal dünyadan
çekilip yerleştiği Fethiye'nin İnlice köyünde "bu dünyadan
da çekildi." Onun simgelediği sendikacılar kuşağı bugün
artık "üretim dışında" ve birçoğu 12 Eylül darbesinin
dağıttığı sendikalardan geriye kalan hazin resme kendi
köşelerinden içleri yanarak bakıyor. Çünkü onlar 1970'li
yıllarda Türk sermayesine işçi sınıfının önünde boyun eğdirmişlerdi. Vehbi Koç'un orduya "darbe yapın, bizi DİSK'ten kurtarın" diye mektup yazdığı dönemdi onların dönemi...
Yurtdışında bulunduğum sırada Murat Tokmak'ın ölüm haberini aldım. Onu
ismen tanıyordum ama tanışmamız 12 Eylül darbesinden sonra
yurtdışına çıktığında mümkün oldu. Bir grup sendikacı
yoldaşla birlikte Moskova'da buluşmuştuk. Murat Tokmak
Maden İş'in yürütme kurulu üyesiydi ve TKP'nin de
militanıydı.
Murat'ın ölümünü duyan Orhan Yıldırım beni aradı. Buluştuk. Aklımızda
bu buluşmayı yazıya dökmek yoktu. Ayrılırken, bunu yazalım dedik.
Orhan Yıldırım TKP'nin politbüro üyelerindendi. İşçiydi ve
sendika aktivistiydi. Murat Tokmak'ın en yakın mücadele arkadaşıydı.
Orhan'a Murat Tokmak'la ne zaman tanıştığını sordum. 1974 yılında
tanışmışlar. Murat o sırada Magirus Fabrikası'nda Maden İş'in
baştemsilcisiymiş. Orhan da İTO Kilit Fabrikası'nda "makina
kalıpçısı"ymış. Tanışmalarından az sonra Murat, Maden İş
1. Bölge (Topkapı) Başkanı olmuş. Orhan da kendi fabrikasında
sendikayı örgütlemeye başlamış. Ve hemen sonra da işten
atılmış. İşte Orhan'la Murat'ın darbeye kadar sürecek olan
büyük sendikal ve politik mücadele ortaklığı da o zaman
başlamış. Murat onun sendikada çalışmasını istemiş.
"Bir bakıma iki kafadar gibiymişsiniz, serüvenlerinizi gelen
partililerden dinlerdik. Anlatılanlara göre siz toplu
sözleşmeci, uzlaşmacı, bürokrat' sendikacı tipini de o
yıllarda fabrikalardan kovmuşsunuz."
Orhan gülüyor. Alçakgönüllü. Ne de olsa o bir Alevi. Serde dedelik
var. Ağırdan alıyor.
"Beni bırak, Murat gerçekten gözü kara bir militandı. O günleri
yaşayanlar bilir. Günde onlarca insanın öldüğü günlerdi. Pek
çok insan geceleri evinden çıkmazdı. Biz Murat'la her gün saat
sekizde mesaiye başlardık. Masa başında değil. Fabrikaları
teker teker dolaşırdık. Akşamları da işçi semtlerinde sendika
üyelerinin takıldığı kahvelere giderdik. Sessiz'
fabrikalara mim koyardık. Direnişsiz, sakin fabrikaların
temsilcilerinin o eski uzlaşmacı, bürokrat temsilcilerini hemen
görevden almazdık. Önce fabrikayı karıştırırdık.' En
küçük bir hak ihlaline karşı işçi arkadaşları direnişe
yönlendirirdik. Direnişin kitlesel gücü bir anda fabrikadaki
bürokratik' havayı temizlerdi. Böylece de yaşlı, durgun,
korkak, uzlaşmacı, sallabaş temsilcilerin yerine çakı gibi
işçileri geçirirdik. Murat, Topkapı bölgesinde sendikal yaşamı
devrimcileştiren, sınıf ve kitle sendikacılığının bölgede
temellerini atan adamdır."
" Ya
Halit?"
" Halit
Erdem de o sırada Pendik'te bölge başkanıydı. Murat'la aynı
kafadaydı. Şimdi de dimdik ayakta. Mehmet Karaca'ya gelince... O,
15 16 Haziran'ın ortaya çıkardığı doğal işçi
önderiydi. Bizim Murat'la, Halit'le, diğer yeni kuşak
sendikacılarla yaratmaya çalıştığımız geleneğin ilk
temsilcisiydi. Otosan'ın bürokrat temsilcileri o işçi
ayaklanmasına ayak uyduramamış, Mehmet Karaca işçinin başına
geçmişti. Kemal Türkler ekolünün ilk temsilcilerindendi. Daha
sayacak çok isim var aslında."
Kemal Türkler ekolü
Orhan'la 1994 yılında buluşmuştuk. "Gel seni Hoover TKP hücresiyle
tanıştırayım" dedi. Şaşırdım. Ortada TKP yok. Hücre neyin
nesi. Küçükçekmece'ye gittik ve gerçekten de "hücreyle"
tanıştım. Emekli olmuşlardı, TKP dağılmıştı. Ama onlar üç
"hücre" yoldaşı, ilişkilerini koruyor, dostluklarını
sürdürüyorlardı. Türkler geçtiğimiz yıllarda ölmüş. Cevdet
Zeydanlı turp gibi.
Orhan aklında kalan bazı isimleri saydı: Murat sendikanın merkezine
geçince, onun yerine TKP beni önermişti. Ben parti görevlerim
gereği, yerime Suat Esinsel'i önerdim. Esinsel Murat'ın yerine
1. Bölge başkanı oldu. Sermayenin tozunu silkeledi. PDK
Fabrikası'nda grev bir yıldan fazla sürmüştü. Murat'la her
gün grev çadırına uğrardık. Grevin başında Şükrü ile
Muharrem vardı. Grev zaferle sonuçlandı.
"Murat Tokmak kuşağı, 15 16 Haziran direnişinin ve
DGM'ye karşı
genel grev hareketinin kuşağıdır. Bunun anlamı büyüktür.
Türkiye sınıf mücadelesi tarihimizde, somut sonuç alınan iki
büyük direniştir bunlar. 15 16 Haziran Meclis'in dayattığı sendika
yasasını çöpe attı. Hareketin başında TİP'li
sendikacılar, en başta da Kemal Türkler vardı. İkincisinde hareketin
politik öncüsü TKP'ydi. DİSK'in başında yine
Kemal Türkler. DGM'yi ezdik geçtik. Meclis tasarıyı sendika yasası gibi
geri almak zorunda kaldı. Bugün bizim ezdiğimiz DGM'ler Özel Ağır
Cezalar olarak çalışıyor ve her yerde
devrimcileri ve Kürt yurtseverlerini yargılıyor. Ve DGM'leri 12 Eylül
darbesiyle yeniden dayatan ordunun unsurları da şimdi dayattıkları bu
mahkemelerde darbecilikten yargılanıyorlar."
Direnerek kazanmak
Orhan devam etti.
"Biz direnerek kazanmanın mümkün olduğunu
öğrenmiştik. O nedenle
Murat ve onun kuşağından sendika militanları ve TKP'li işçiler olarak
yaklaşan darbe tehdidine karşı da direnme azmi içindeydik. Eğer direnme
yerine kadroları koruma politikasına ağırlık
verilmeseydi, Marmara Bölgesi'ndeki fabrikaların büyük çoğunluğu darbe
günü greve gidebilir ve işçiler kendilerini
fabrikalara kapatabilirdi'... Parti bana gizlen' direktifini verdiği
zaman aklıma yoldaşlarım, işçi arkadaşlarım
gelmişti. O güne kadar onların en önünde Muratlarla, Halitlerle,
Karacalarla, Suat Esinsellerle, Cevdet Zeydanlılarla, Halil Bilginlerle,
Avni Kalkan, Tahsin Çalışkan, Mehmet Ali Kılıç,
Hüseyin Baş ve diğerleriyle birlikte yürümüş, işçileri mücadeleye
katmıştık. Şimdi en kötü günde onları nasıl
yalnız bırakacaktık? Parti disiplini ağır bastı. Ön hazırlıklar ihmal
edilmiş, direnme olanakları yaratılamamıştı.
General Elektrik, Pancar Motor, Hoover, Grundig, Atlı Zincir, Uzel, Erka
Balata, Perfek Tüp ve diğer fabrikalarda işçiler bir anda yalnız'
kalmıştı. Kadroları korumuş, ama işçi sınıfını
koruyamamıştık.
Ağacından kopmuş dal
Orhan daha sonra Murat'la yurtdışında karşılaşmalarını anlattı.
"Ağacından koparılmış bir dal gibiydi", dedi. İşçi
sınıfının evladı, darbe öncesinde, ülkenin en kanlı faşist
terör saldırısı olduğu yıllarda gözünü budaktan esirgemeden,
belinde silahıyla tekelci kapitalist dünyaya kafa tutmuş, ama
geliyorum diyen darbe karşısında eli kolu bağlı göçmenliğe
mahkûm olmuştu.
Ve işte bu Murat Tokmak, TBKP'yi legalde kurmak için, TKP Genel
Sekreteri Nabi Yağcı ve TİP Genel Başkanı Nihat Sargın'ın
hemen arkasından, işkence, mahkûmiyet filan dinlemeden uçağa
atladığı gibi Türkiye'ye gitmiş, ama sınırdan çevrilmiş,
geri gönderilmiş; o tekrar denemiş başarmış, yeniden büyük
ailesinin, "Maden İş üyelerinin", Türkiye işçi
sınıfının saflarında yerini almıştı. Yeniden sendikal
mücadeleye başlamıştı ama yüreğinin bir yerinde bir eksiklik
vardı: Bu Kemal Türkler ekolünden sendika militanının içine
sinecek bir partisi yoktu...
12 Eylül faşizminden kurtarılan kadrolar, aslında kurtarılamamıştı.
Buna rağmen Orhan, aralarında Murat'ın da olduğu eski TKP'li
işçilerle her yıl toplandıklarını söyledi. Son toplantılarını
Ege'de yapmışlar. Ömer Ağın gelecek toplantıyı Diyarbakır'da
yapalım diye önerince Murat yerinden kalkmış ve heyecanla öneriyi
desteklemiş, artık yeniden bir şeyler yapmanın zamanı geldi
demiş. Murat sınıf önsezisiyle "boşluğun" doldurulacağı
"yönü" görmüştü.
Tam ayrılırken Orhan bana şöyle dedi: "İyi bir gazeteci ve
tarihçi, işçi sınıfının mücadele tarihini incelemek
istiyorsa, burada verdiğim ve daha veremediğim binlerce ve binlerce
fabrika işçisinin izini sürsün. Onlarla konuşsun. Gerçek
mücadeleyle ve tarihle ancak o zaman tanışacaktır. Tarih
meşhurların tarihi' değildir..."
18.01.2011
Günlük Gazetesi