Dünya
kapitalizminin krizi sürüyor. Kapitalizmin savunucuları
krizin bittiğini iddia ediyor ama bütün olgular tersini gösteriyor. Kriz bitmedi, ikinci
evresine geçti. Krizin ilk evresinde büyük kapitalist şirketlerin,
dev tekellerin, özel sektörün yarattığı
sorunları, görülmemiş zararları kamu
gücü devlet çeşitli yollarla üstlendi. Bunun sonucunda devlet borçları
çok büyük bir sorun olarak ortaya çıktı.
Büyük şirketler, bankalar, borsa vurguncuları yeniden kârlarına kâr
katmaya başladı ama devlet maliyesi yerlerde sürünüyor. Çeşitli
hükümetler bu borçları halka yüklemek için harekete geçip ağır
kararlar alıyor. Yunanistan ilk akla gelen örnek.
Yunanistan'ın ardından Portekiz,
İspanya, İtalya, daha sonra İngiltere'yi kapsayacak bir kriz dalgası gelebilir. Yunanistan, Portekiz ve İspanya'nın
en fazla borçlu oldukları ülkeler olarak sırada Fransa ve Almanya var. İkinci dalga bu ülkeleri de etki altına alırsa bu kez Amerika, Japonya ve Çin sarsılacak.
Amerika'da "ikinci dip", "yeniden çöküş", çok uzun süreli durgunluk kaygıları
tekrar yüksek sesle dile getiriliyor. Demek ki hâlâ bütün
dünyayı daha da etkisi altına alacak bir sorunla karşı karşıyayız.
Kriz Türkiye'yi de köklü bir şekilde etkiliyor. Bunun en somut göstergesi işsizliğin korkunç boyutlara ulaşmış olması. Halkın sorunları, sömürü, işsizlik, yoksulluk, zulüm, ayrımcılık, dayanılmaz düzeylerde. İşçi sınıfı, emekçiler, yoksul köylüler, ezilen halklara mensup insanlar, Kürt halkı, Alevi halkı, gençler, kadınlar gerçek bir yaşam savaşı veriyor.
Krizin ikinci evresine geçildiğinde işçi sınıfının, emekçi kitlelerin haklı tepkilerinin yoğunlaştığını görüyoruz. Yunanistan'da son dönemde 4 genel grev yapıldı.
Bunlardan biri 2 günlük grevdi, diğer grevler ise birer günlüktü. İşçi
sendikalarının, memur sendikalarının, öğrencilerin ve hayatın her kesiminden halkın katıldığı çok güçlü grevlerdi bunlar. Bizim Türkiye'de hâlâ başaramadığımız boyutta genel grevler. Orada gerçekten genel grev oluyor. Yani
fabrikalarda üretim duruyor, devlet daireleri, okullar boşalıyor,
hiçbir otobüs çalışmıyor, hiçbir tren çalışmıyor,
hiçbir uçak uçmuyor, radyolar ve televizyonlar susuyor, gazeteler
çıkmıyor. Hayat gerçekten duruyor. Biz bunu Türkiye'de maalesef
başaramadık. Ama Yunanistan'da olabildiğine
göre, Türkiye'de de, başka ülkelerde de olabilir. Bu dönemde böylesi tepkilerin artacağı,
başka ülkelere yansıyacağı, yaygınlaşacağı öngörülebilir.
Yine de, işçi sınıflarının
ve emekçi halkların tepkisi henüz egemen burjuvaziyi özelleştirmelerden
vazgeçirecek, fahiş kârlardan "fedakârlık
ettirecek", borsa vurgunlarını budayacak, halkın işine,
ekmeğine, aşına, sağlığına, eğitimine önem veren
sosyal politikalara mecbur edecek boyutlara yükselmedi. Azgın
sömürü ve baskı politikaları, bütün dünyada, bu kez neoliberalizmin yanılsamalarına
bile başvurulmadan, göstere göstere uygulanıyor.
Zehir tatlandırılmadan yutturuluyor.
Demek ki, çok daha güçlü ve yaygın
grevlere, direnişlere, uzun süreli mücadelelere ihtiyacımız var. Ne yazık ki, Haziran, Temmuz, Ağustos ayları için önüne koyduğu eylem programını uygulayamayarak sönen Tekel direnişinin de gösterdiği gibi, birkaç aylık yerel eylemler, bir günlük, iki günlük genel direnişler yetmiyor. Bir yıla, iki yıla uzanacak sürekli eylemler, ülke çapında, bölge çapında, dünya çapında dayanışmalar gerekiyor.
İdeolojik netlik olmadan, kapitalizmden kafaca kopmadan, sermaye ve devlet ittifakının niteliğini anlamadan böyle bir mücadele seviyesine ulaşmak
mümkün değil. İşçi sınıflarını, emekçi tabakaları aydınlatmaya, proletaryanın ve dostlarının sendikal ve siyasal örgütlenmesini yaygınlaştırmaya devam. Egemen güçler insafa gelip bizi sömürmekten, ezmekten vazgeçmeyecek. Sömürülenler, ezilenler olarak birleşip kendi
kendimizi kurtarmak zorundayız.