Türkiye işçi sınıfı hareketinin bir kriz içinde olduğu genel 
olarak kabul görüyor. Bu krizin yansımaları da hayatın her alanında fark 
ediliyor. Siyasete damga vuramamak, kanunların patronların istediği gibi 
şekillenmesine engel olamamak, egemen kültürde ihmal edilmek gibi. Aslında, 
Türkiye burjuvazisinin çok kırılgan bir yapıda olduğu, bugünlerde ekonomide 
görülen "istikrarın", sıcak para girişleri yüzünden her an patlamaya hazır bir 
bomba gibi tehlikeler içerdiği de biliniyor. 
Kapitalistlerin kendilerini korumak üzere ilk saldırdıkları 
alanlar da her zaman işçilerin hakları oluyor. Yıllar boyunca mücadele yürüterek 
adım adım elde edilen haklar, bir çırpıda yok edilmek isteniyor. Sendikal 
hareket, pelteleşmiş, dinamizmini yitirmiş kadroların elinde çırpınıyor. İyi 
niyetli, dürüst, devrimci sendikacılar iyice azınlık haline dönüşmüş durumda. 
Sendikaların çoğu, mevcut üyelerini yeterli buluyor; yeni 
alanlara açılmayı "macera" olarak niteliyor. Örgütsüzlere, kadınlara, 
ezilenlere, sosyal güvencesiz çalışanlara, taşeronlara gitmeyi boşa kürek çekmek 
olarak görüyorlar. 
Neredeyse tüm sorunları ortak olmasına rağmen, kamu 
emekçileriyle işçiler hâlâ ayrı sendikalarda mücadele yürütüyorlar. Mavi yakalı 
beyaz yakalı ayrımını yok etme konusunda ısrarcı ve güçlü talepte bulunulmuyor. 
Ama, derdi çok olan ülkemizin bilinçli kesimleri de boş 
durmuyor. İşçi sınıfı hareketindeki zayıflığın işçilerin birlikte hareket 
edememesinden kaynaklı olduğunu görmek için uzman olmaya gerek yok. İşçilerin 
her gün ülkenin dört bir yanında eylem, direniş, protesto, miting yaptığını 
tespit edebilmek için bu ülkede yaşıyor olmak ve gözünü/kulağını ezilenlere 
doğrultmak yeter. 
Ülkemizde yaşanan bu sorunların farkında olan bir grup işçi ve 
emekçi, sendikaları da içeren ama sendikal sınırlara hapsolmayacağını 
belirttikleri yeni bir anlayışla bir araya geldiklerini duyurdular. Kendilerine 
Birlik Dayanışma Hareketi adını veren grup uzun tartışmalardan sonra 
hazırladıkları bir broşürü de henüz ulaşamadıkları örgütlü, örgütsüz işçilerin, 
emekçilerin, sendika çalışanlarının, akademisyenlerin dikkatine sunduklarını 
belirtiyorlar. Grup iletişim için http://www.birlikdayanisma.org adresini 
kullanıyor. Birlik ve Dayanışma Hareketi, kuruluş amacını "kapitalizmin tüm 
dünya emekçilerini ezen politikalarına, emperyalizme ve burjuvaziye karşı 
devrimci bir emek odağı oluşturmak" olarak belirtiyor. 
Temmuz 2005'te yayınlanan "Çıkış Bildirgesi" ile kuruluşunu 
açıklayan Birlik Dayanışma Hareketi; emekçileri, işçileri, işsizleri, esnafları, 
zanaatkârları, kadınları, gençleri, engellileri, öğrencileri, öğretmenleri, 
hemşireleri, bilim insanlarını, doktorları, sağlık emekçilerini, teknik 
elemanları, hukukçuları, mimarları, mühendisleri, köylüleri Birlik Dayanışma 
Hareketine katılmaya, güç vermeye çağırıyor. 
Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin köhnemiş yapıların yerine 
mücadeleci anlayışları geçirebilmesi için yeni bir umut ışığı olmasını umduğumuz 
grubun Çıkış Bildirgesi'ni aşağıda yayınlıyoruz:
Kapitalizmin tüm dünya emekçilerini ezen politikalarına, 
emperyalizme ve burjuvaziye karşı birlik, dayanışma ve mücadelemizi yükseltelim. 
Türkiye emekçileri, işçiler, işsizler, esnaf, zanaatkâr, 
kadınlar, çocuklar, gençler, engelliler, öğrenciler, öğretmenler, hemşireler, 
bilim insanları, doktorlar, sağlık emekçileri, teknik elemanlar, hukukçular, 
mimarlar, mühendisler, köylüler, kapitalizmin vahşi saldırısı altında. 
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ilericiler, devrimciler, ülke 
topraklarında yaşayan emekçiler kapitalist-emperyalizmden kurtulmak için 
mücadele ediyorlar. Koşullara uygun örgütlenmeler, mekanizmalar kuruyorlar. 
Kurdukları örgütleri daha mücadeleci kılmanın yol ve yöntemlerini arıyorlar. 
Emeğiyle geçinenlerin tümü haklarını bir sendika çatısı altında aramaya 
yöneliyorlar. 
Son 20 yıldır emekten yana güçler arasında nasıl bir dünyada 
yaşadığımıza dair yüzlerce kitabı dolduracak kadar tartışma yapıldı. Bu 
tartışmaların en önemlilerinden birisi "işçi sınıfının konumu" başlığı altında 
yapıldı. Çünkü bu soruya verilecek cevap, işçisiyle, memuruyla, işsiziyle, 
geçici, mevsimlik, parttaym çalışanıyla, ev eksenli çalışma yürüteniyle, genci 
yaşlısı, kadını erkeğiyle tümüyle emekçilerin ve onların ekonomik örgütü 
sendikaların kaderini doğrudan etkileyecekti. Bu tartışmalar içinde hangi 
tarafta yer aldığına bağlı olarak işçi sınıfının ve sendikaların önünde iki yol 
kalmakta. 
Ya mevcut kapitalist sistemin doğal bir uzantısı haline 
gelecekler ve uysal örgütlere dönüşecekler. Bu şekilde sistemin sadece aksayan 
yönlerini çözmeye gayret eden yapılar olacaklar. Veya, ezilmeye, sömürülmeye son 
vermeyi, kapitalizmi ortadan kaldırmayı hedefleyen bir sınıf ve işçi sınıfının 
ekonomik, demokratik, sosyal haklarını korumayı, kapitalist sömürüyü 
sınırlandırmayı ve sömürünün tümden ortadan kaldırılmasının zeminini oluşturmayı 
hedefleyen örgütler olacaklar. 
Bizler ikinci yolu seçenleriz. BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ'ni 
oluşturan bizler, toplumu anlamayı sağlayacak karşıtlığın emek/sermaye çelişkisi 
olduğunu biliyoruz. Emperyalizmin halkların kâbusu olduğunu görüyor, 
kapitalizmin dünyayı gün günden kötüye götürdüğünü biliyoruz. Bizler, dünyayı 
yorumlamanın yetmediğini, önemli olanın onu değiştirmek olduğunu iddia ediyoruz. 
Bizler bu anlayışla yola çıktık. 
Mevcut sendikal yapılardaki tartışmaların iyice kısırlaştığını 
görüyoruz. Bir stratejiden yoksun tartışmaların, programsız politikaların sonuca 
ulaştırmayacağı defalarca kanıtlandı. Tarihsel tecrübe ve kazanımları göz ardı 
etmeyen, bilinenleri ve kanıtlanmışları elinin tersiyle itmeyen bir anlayış 
gerekiyor. Bugüne dek bildiklerini de sorgulamaktan çekinmeyen, daha önce 
ulaşılamamış emek kesimleriyle de kucaklaşmayı hedefleyen, yeni ve devrimci bir 
emek odağı yaratmak üzere harekete geçmenin vakti geldi. 
Tüm geleceğimizi birlikte tartışmak üzere seni de aramıza 
bekliyoruz.
Temmuz 2005
http://www.birlikdayanisma.org
TÜRKİYE SENDİKAL HAREKETİNİN KISA GEÇMİŞİ
Bugünkü işçi hareketini anlamak açısından biraz tarihe bakalım. 
Sorunlarımız ortaklaştıkça, çözüm bulmak da kolaylaşacaktır. Ortak aklı 
üretmenin yolu, ortak tartışmalardan geçer.
İlk dönemler
Osmanlı ve Türkiye topraklarındaki ilk işçi örgütlenmelerini, 
ilk toplu sözleşmeleri 1700'lü yıllara uzatan kimi araştırmacılar varsa da, 
zorlama yaklaşımlar bir yana bırakıldığında, modern anlamda Türkiye işçi 
sınıfının tarihini 1800'lü yılların sonlarından başlatabiliriz. İşçi sınıfının 
ilk örgütlenmeleri doğal olarak sanayinin geliştiği İstanbul, Selanik gibi 
kentlerde başladı. İşçi sınıfı tüm tarihi boyunca çok değişik amaçlı, çok 
değişik biçimde örgütlenmeler gerçekleştirdi. Türkiye işçi sınıfının çeşitli 
sandıklardan, dayanışma örgütleri ve ilk sendikalara, değişik yasal işçi 
partilerinden yasa dışı parti ve sendikalara uzanan zengin bir geçmişi 
bulunuyor.
Ancak, Türkiye işçi sınıfının hakkını yasal örgütlerde 
arayabildiği dönemler çok uzun ömürlü olamadı. Kısa bir süre 1908 burjuva 
devriminde yasal çalışma olanağı bulan işçiler, hemen ardından Türk 
burjuvazisinin baskı ve terörüyle karşılaştılar. Kısa ömürlü örnekler dışında, 
burjuvazi işçi sınıfına hiçbir düzeyde yasal örgütlenme olanağı tanımadı. 
Türkiye işçi sınıfı sendikal örgütlenme geleneğini de savaşa savaşa yaratabildi 
ve bunu burjuvaziye de kabul ettirmeyi başardı.
Cumhuriyet kurulduktan sonra
Türk burjuvazisi Cumhuriyeti ilan ettikten sonra, 1925 yılında 
Takrir-i Sükun (Sessizliğin Sağlanması) kanununu çıkarttı ve işçi ve emekçilerin 
her türlü örgütlenmesini yasakladı. 1925'den itibaren 1946'ya kadar totaliter, 
tek partili bir rejimle yönetilen Türkiye'de sendikal faaliyetlerin tümü 
yasaktı. Bu türden faaliyetlerde bulunan işçiler ağır cezalar aldılar. Türkiye 
işçi sınıfına, İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1946 yılının Haziran ayında ilk 
defa sınıf temelinde yasal örgütlenmeler kurma hakkı verildi. Çok kısa bir süre 
içinde iki yasal işçi partisi ve birçok sendika kuruldu. On binlerce işçi 
sendikalarda örgütlendi. Sendikaları bölgesel çapta birleştiren bölgesel sendika 
birlikleri kuruldu. 
Bu demokratikleşme hareketinin ömrü uzun olmadı. Sıkıyönetim 
komutanlıkları işçi sınıfına her türlü örgütlenmeyi Aralık 1946'da yeniden 
yasakladılar. İşçi partilerinin ve sendikaların yönetici ve birçok üyesi hapse 
atıldı.
Yığınsallaşmaya başlayan sendikalar kapatıldıktan birkaç ay 
sonra, 20 Şubat 1947'de çıkarılan bir yasa ile işçi sınıfı yeniden sendikal 
örgütlenme hakkını elde etti. Ancak, sendikal çevrelerde "47 Sendikacılığı" 
olarak anılan bu dönemde kurulan sendikaların üyeleri adına toplu sözleşme 
bağlamaları ve grev yapmaları yasaktı. Kısacası, adı "sendika" olmakla birlikte, 
aslında bir çeşit "dayanışma örgütü" olan yapılar kurulmuş oldu. Buna rağmen bu 
kurulan "sendika"ların örgütlülükleri hızla gelişti. Bu sendikaları bünyelerinde 
toplayan "bölgesel sendika birlikleri" grev ve toplu sözleşme hakkı için aktif 
savaş verdiler. O dönem varolan iki parti, Cumhuriyet Halk Partisi ve Demokrat 
Parti işçi sınıfını kendi peşine takmak için her türlü yöntemi denedi. 
Türkiye işçi sınıfının grev hakkı için verdiği ikinci savaş bu 
defa 16 yıl sürdü. 15 Temmuz 1963'te çıkarılan bir yasa ile işçi sınıfına 
Türkiye tarihinde ilk defa sınırlı grev hakkı tanındı ve sendikalara toplu 
sözleşme bağıtlama yetkisi verildi.
1952 yılında Türkiye NATO'ya girdi. Böylece Türk burjuvazisi 
kendi yerini de netleştirmiş oldu. Aynı yıl, Amerikan istihbarat örgütlerinin 
doğrudan para, bilgi ve kadro yardımı ile 31 Temmuz 1952'de Türk-İş kuruldu. 
Türk-İş, 1952 yılında kurulmasına rağmen 1962 yılına kadar 10 
yıl süre ile fiilen ulusal düzeyde merkezi sendikal otoriteyi gerçekleştiremedi. 
Sendikal otorite genel olarak ilericilerin etkin oldukları bölgesel sendika 
birliklerinde idi.
Bu dönem, Amerikan sendikacılığının doğrudan müdahalesiyle, 
Türkiye sendikal hareketine "partiler üstü politika" dayatması kabul ettirildi. 
İşçi sınıfını ve sendikaları politika dışı tutan bu ideolojik saldırıdan sonra 
yeterli tedbir alındığı varsayılarak sınırlı bir grev hakkı 
alınabildi.
Türk-İş'in ardından DİSK kuruluyor
Aynı dönem içinde, bir grup ilerici sendikacı 13 Şubat 1961'de 
Türkiye İşçi Partisi'ni kurdular. 1961 Anayasası'nın getirdiği kısmi özgürlükler 
ortamında toplumsal uyanışın gerçekleşmesi, hem siyasal alanda hem de sendikal 
alanda ayrışmaları da beraberinde getirdi. Türk-İş içinde muhalefet yapan 
ilerici sendikacılarla Türk-İş yönetimi arasında giderek artan bir gerilim 
oluşmaya başladı. İlerici sendikacılar şu noktalarda yönetime muhalefet 
ediyorlardı:
- Türk-İş Amerikan hükümetinin bir organı olan AİD'den para 
almamalıdır;
- Türk-İş'in örgütsel yapısı anti-demokratiktir ve derhal 
demokratikleştirilmelidir;
- Türk-İş grevlerde hükümetin ve işverenlerin yanında yer 
almaktan vazgeçmelidir;
- Türk-İş işçi sınıfını politika dışı tutmaya çalışan "partiler 
üstü sendikacılık" anlayışını derhal terk etmelidir.
Hükümetin ve Amerika'nın güvenini kazanmış Türk-İş üst yönetimi 
ile sendikal hareketin demokratik, ilerici eğilimlerinin temsilcileri arasındaki 
çelişkiler giderek daha da derinleşti. 1965 yılından sonra çelişkiler kopuşla 
sonuçlanacak bir sürece girdi.
1947'den itibaren sendikal hareket içinde ilerici eğilimlerin 
başını çeken bu sendikacılar Türk-İş içinde çalışma olanakları kalmayınca 
kendilerine yeni bir sendikal örgüt modeli aradılar. Bu sendikacılar 13 Şubat 
1967'de (yani 1961'de kurulan TİP'in altıncı kuruluş yıldönümünde) DİSK'i 
kurdular. Hazırladıkları bir belge ile Türk-İş'ten ayrılma nedenlerini 
açıkladılar ve yine başka bir belge ile DİSK'in kuruluş ilkelerini 
belirlediler.
DİSK'in büyümesi sadece niceliksel olmadı, DİSK'in niteliksel 
etkinliği de arttı. Başta Türk-İş üyeleri olmak üzere Türkiye işçi sınıfının çok 
önemli bir bölümünün güven ve sempatisini kazandı. DİSK'in etkinliği yalnızca 
işçi sınıfı ile de sınırlı kalmadı, diğer toplumsal katmanların emekçileri de 
DİSK içinde örgütlenmenin, hiç olmazsa onunla birlikte mücadele yürütmenin 
zorunluluğunu duydular. Köy emekçileri, kooperatif örgütleri, değişik meslek 
örgütleri (öğretmen, teknik eleman vb.) DİSK'i işçi ve emekçilerin çıkarlarını 
savunan ve geliştiren bir merkez olarak gördüler. DİSK'in böylesine güçlü ve 
etkin gelişmesinin ve Türkiye işçi hareketinde güçlü bir merkez haline 
gelmesinin başlıca nedenlerini sıralarsak, günümüze ve "nasıl bir anlayışla 
nasıl bir sendika" tartışmalarına da ışık tutmuş oluruz:
- Bünyesinde özellikle görece modern işkollarının (metal, kimya 
vb) genç işçilerini toplamış olması ona bir dinamizm kazandırmıştı.
- İşçi sınıfının ve özellikle Türk-İş üyelerinin Türk-İş'e 
karşı duydukları memnuniyetsizlik DİSK'e olan ilgiyi arttırdı.
- DİSK üyesi sendikaların ilk kuruluş yıllarında (1967-1970 
arası) sendikal mücadelede, hak almada ve örgütlenmede işçi sınıfının değişik 
savaş yöntemlerini kullanması ona haklı bir güven ve ün kazandırdı.
- DİSK'in gerek kuruluş bildirgesindeki, gerekse yayınladığı 
temel belgelerindeki tezler yalnızca işçilerin günlük sorunlarına çözüm 
arayışını yansıtmıyor, aynı zamanda toplumun bütününün demokratik bir dönüşümünü 
hedefliyor ve toplumun diğer emekçi kesimlerinin de çıkarlarını savunuyordu. Bu 
durum, ona başta diğer emekçiler ve ilerici aydınlar olmak üzere toplumun bütün 
dinamik kesimlerinin desteğini kazandırdı.
Böylece güçlenen DİSK aynı zamanda Türkiye'nin politik 
yaşamında da mutlaka hesaba katılması gereken güçlü bir merkez haline 
geldi.
DİSK durdurulmak isteniyor
İşçi sınıfının kitleler halinde DİSK'te buluşmasını engellemek 
amacıyla, 1970 yılında CHP'li milletvekillerinin öncülüğünde Meclis'e bir yasa 
tasarısı sunuldu. Tasarıya göre, işçilerin sendikalara üye olması 
zorlaştırılıyor, dönemin sarı sendikal anlayışına bağımlı hale getirilmeye 
çalışılıyor ve toplu sözleşme ve grev hakkı uygulanamaz hale getiriliyordu. Buna 
göre, bir işkolunda sendika kurulabilmesi için, o işkolunda çalışan işçilerin en 
az üçte birinin sendikaya üye yapılması şartı getiriliyordu. Ayrıca, sendika 
kuruculuğu için o işkolunda en az üç yıldan beri fiilen çalışıyor olmak 
gerekiyor, uluslararası işçi örgütlerine üye olma hakkı da yalnızca o işkolunda 
en fazla işçiyi temsil eden konfederasyona bağlı sendikaya tanınıyordu. Aynı 
yörede farklı işkollarındaki sendikaların birlik oluşturma hakkı da 
kaldırılıyordu.
Bu tasarı, fiilen, arkasında devlet ve işveren desteği olmayan 
DİSK'i ve bağlı sendikaları ortadan kaldırmayı hedefliyordu. DİSK'i tasfiyeye 
yönelik sınıf düşmanı bu değişikliklere karşı, 15 Haziran'da DİSK'in yol 
göstericiliğinde on binlerce işçi sokaklara çıktı. On binlerce Türk-İş üyesi, 
DİSK üyesi, bağımsız, örgütsüz işçi ve emekçi, özellikle işçi yatağı olan 
İstanbul, Kocaeli, Gebze bölgelerindeki fabrikalardan yürüyüşe geçti ve yasa 
tasarısının geri alınmasını talep etti.
İşçi sınıfının tarihine 15-16 Haziran Genel Direnişi olarak 
geçen bu iki günlük eylem sonucunda taslak geri çekildi, DİSK büyümeye devam 
etti ve Türk-İş içindeki erime hızlandı. 15-16 Haziran Genel Direnişinin en 
önemli yansıması, dönemin "işçi sınıfının öncü rolüne" ilişkin tartışmalara 
genel anlamda bir son vermesi olmuştur. Bu iki gün sonunda, Türkiye işçi 
sınıfının hem ideolojik hem de fiili öncülüğü yapabilecek kapasitede olduğu 
tartışılmaz biçimde kanıtlandı. İşçi sınıfına ihtiyatla yaklaşan çevrelerde dahi 
işçilerin içinde örgütlenmenin bir zorunluluk olduğu fikri yaygınlaştı.
Bu dönem, memur hareketi açısından da hareketliydi. Memurlar 
içinde en dinamik kesimi oluşturan öğretmenler 1960'lı yıllarda Türkiye 
Öğretmenler Sendikası TÖS'ü kurdular. Ne var ki, TÖS anti demokratik yasalara 
dayanarak kapatıldı. 1971 yılında, sendikanın kapatılması üzerine kurulan 
TÖB-DER, TÖS'ün mücadelesini devam ettirdi.
Bu arada DİSK, 1971 yılında "sosyal uyanışı engellemek" üzere 
yapılan askeri darbeden de yıpranmadan çıkmayı başardı. Darbenin etkisinin 
geçmesinden sonra da sürekli büyümeye devam etti. İşçilerin hem ekonomik hem de 
sosyal hakları için mücadeleyi daha kapsamlı olarak yürütmeyi sürdürdü. 
DİSK, 1976 ve 1980 yılları arasında Türkiye'de 1925'ten beri 
yasal ve açık alanda kutlanamayan 1 Mayıs'ları örgütledi. Bu yıllarda 
yapılabilen her 1 Mayıs, DİSK öncülüğünde kutlandı. Ülkeyi sıkıyönetim havasına 
sokacak, sendikal faaliyetleri altından kalkılmaz hale getirecek olan Devlet 
Güvenlik Mahkemeleri'ne karşı "DGM Direnişleri" yine DİSK'in öncülüğünde 
örgütlendi. İşverenlerle topluca mücadele içine girerek Madeni Eşya Sanayicileri 
Sendikası MESS'e karşı grevler tertipledi.
DİSK, Türk-İş'in yukarıda bahsettiğimiz "partiler üstü 
politika" olarak adlandırılan sahte tutumuna kuruluşundan beri karşı çıkarken 
1977 yılında ilerici, demokrat güçlere sendikal hakları ve demokrasiyi 
geliştirme, TCK'nın 141-142. maddelerini kaldırma sözünü vererek oy alan ve 
parlamento çoğunluğunu elde edip iktidar olan CHP, DİSK'i içerden 
etkisizleştirme çalışmaları yürüttü. DİSK'in 1977 Kongresinde oluşan yeni 
yönetimi sınıf ve kitle sendikacılığına örnek yaratma çabasında olan Maden-İş, 
Banksen, Baysen sendikalarını "ihraç" istemi ile disiplin kuruluna verdi. 
Böylece, bu sendikalar ihraç edilemediyse de, DİSK'in sermayeye karşı yürüttüğü 
mücadele zaafa uğratıldı. Yaklaşan 12 Eylül darbesi önceden görülmesine rağmen 
bir bütün olarak DİSK ve üye sendikaların yöneticileri üzerlerine düşen görevi 
yerine getirmediler, gereken hazırlıkları yapmadılar. Sonuçta, o güne dek 
faşizme karşı kullanılan söylemden ve çağrılardan çok farklı olarak, DİSK ve üye 
sendikalar düzeyinde 12 Eylül darbesine karşı ortak ve kapsamlı bir direniş 
ortaya koyulamamış oldu.
12 Eylül dönemi
Darbeye giden süreçte onlarca ilerici insan faşist terör 
tarafından katledildi. Toplumsal sorunlara duyarlı muhalifler, eğitim 
emekçileri, akademisyenler, gazeteciler, sendikacılar bu terörün mağduru 
oldular. Çorum'da, Maraş'ta, İstanbul Üniversitesi'nde, Ankara Bahçelievler'de 
toplu katliamlar yapıldı. 22 Temmuz 1980 tarihinde DİSK'in kuruluşunda öncülük 
yapan, işçi sınıfı için günün en ileri ekonomik ve demokratik haklarını kazanan 
Türkiye Maden İş Sendikasının ve DİSK'in genel başkanı Kemal Türkler katledildi. 
DİSK'e yönelik saldırıların son aşaması 12 Eylül 1980 darbesi 
ile başladı. DİSK'in çalışması yasaklandı. DİSK ve bağlı sendikalarının 
yöneticileri ile binlerce işçi temsilcisi gözaltına alındı. Binlerce ilerici 
DİSK üyesi burjuvazinin teröründen kaçmak zorunda kaldı. Buna karşın 
konfederasyon düzeyinde Türk-İş'e dokunulmadı.
DİSK'e saldırının bu aşamasında DİSK üyesi işçiler 
sendikalarından istifaya zorlandılar ve Türk-İş'e üye yapılmak istendiler. Bu 
arada bilinçli, deneyimli işçi önderleri ise tek tek ayıklandı ve işten atıldı. 
İşçi önderlerinin Türk-İş'e üye olmaları da bu yolla engellendi.
12 Eylül faşizmi döneminde, 1980 ile 1983 arasında sendikal 
faaliyetler bütünüyle yasaklandı. Yasak, 82 Anayasası'nın ardından, 2821 ve 2822 
sayılı yasaların kabul edilmesinden ve ilk genel seçimlerin yapılmasından sonra 
kalktı.
DİSK tüm bu dönem boyunca kapalı kaldı. Grev ve toplu sözleşme 
hakkının inanılmaz prosedürlere bağlandığı bu dönem, emek hareketi açısından 
büyük zorluklarla geçti. Grev yapılamaz deniliyordu, ama, ilerici sendikalar 
bütün yaratıcılıklarıyla mücadeleyi sürdürdüler. 18 Kasım 1986'da bağımsız 
Otomobil-İş sendikasına bağlı NETAŞ'ta çıkılan grev ile bir yıl sonra 
Petrol-İş'in 63 işyerinde birden başlattığı grevler 12 Eylül karanlığının 
yırtılmasına büyük katkılar sundu.
1989 Bahar Eylemleri, yok olduğu iddia edilen işçi sınıfının 
yeniden bütün gücüyle ortaya çıktığını kanıtladığı için mücadele tarihinde ayrı 
bir yer alır. Bu dönemde yapılan eylemler, aynen 15-16 Haziran'daki sonucu 
vermiş ve işçi sınıfı bir kez daha toplumu emekçiler lehine dönüştürebilecek tek 
sınıf olduğunu kanıtlamıştır.
Belediye-İş'in, Petrol-İş'in, Kristal-İş'in, Hava-İş'in, 
Deri-İş'in ve adlarını bir anda sayamayacağımız diğer onlarca sendikanın tüm 
80'li yıllar boyunca yürüttüğü eylemler, Türk-İş içinde bir değişimin 
başlamasını da beraberinde getirdi. Genel yapı olarak kuruluş amaçlarından çok 
uzaklaşamasa da, Türk-İş, işçilerin mücadele içinde edindiği bilinci göz ardı 
edemez hale geldi ve uzun süre sınıfsal bir söylem kullanmak zorunda kaldı. 
Böylesi bir değişimin sendikal hareketin toplu dönüşümü için kaldıraç yapılıp 
yapılamayacağını da emekçi dinamiğinin yönü belirleyecek. 
Kamu emekçileri alanlarda
1990'lı yıllar, işçi hareketinin yanı sıra memur/kamu 
emekçileri hareketinin de geliştiği bir dönem oldu. Anayasa'da memurların 
sendikalaşmasını doğrudan yasaklayan bir hükmün yer almamasını geniş yorumlayan 
kamu emekçileri, yine önce öğretmenler arasında harekete geçtiler. Önce 
dernekleşen öğretmenler, yasaları zorlayarak, meşruluğu esas alarak 
sendikalarını kurdular. Eğitim emekçilerini sağlıkçılar, belediye memurları, 
maliye çalışanları ve diğer kamu emekçileri takip ettiler. Tek tek kurulan 
sendikalar birleşerek 1995 yılında Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu 
KESK adıyla bir konfederasyon oluşturdular.
Siyasal alanda ise, 90'lı yıllar içinde, dünya sahnesinde 
sosyalist sistemin emperyalist saldırılara direnemeyip çökmesiyle örgütlü 
çalışma gözden düştü, gemisini kurtaran kaptan mantığı geçici olarak egemen 
oldu. Neo liberal saldırılar ve gericilik hemen her alana hakim oldu. İnsanlar 
hayat gailesi içinde kapitalizmin dişlileri arasında un ufak oldular. Yeni dünya 
düzeni, tarihin sonu, ideolojilerin sonu safsataları kirliliğini emekçi 
örgütlerine de bulaştırdı. Avrupa'ya umut bağlama, sınıf perspektifinden kopuş, 
kendi halkına güvensizlik bu dönemin karakteristiği haline geldi.
DİSK 1991 yılında yeniden açıldı. Şu anda, sınıf ve kitle 
sendikacılığı olarak tanımlanan, Birlik Dayanışma Hareketi içinde somutlanan 
geçmişin devrimci geleneklerinden farklı bir anlayışla yürüyor. Türk-İş, kısmen 
de olsa adım adım değişmeye başlamasının sancılarını yaşıyor. Özelleştirmeler 
küçük işletmelerden dev sanayi kuruluşlarımıza sıçradı. Ancak, muhalif, ilerici 
sendikalar henüz net bir programa sahip değiller. Sendikal alanda kamu 
emekçilerinin sendikalaşması, şimdilik grevsiz ve toplu sözleşmesiz olmakla 
birlikte, kabul edildi. İşçi memur ayrımını ortadan kaldıracak, ortak bir 
sendikal yapı yaratma görevi henüz tamamlanmadı.
Aynı dönem içinde, odalar, işçi sendikaları ve kamu emekçileri 
sendikaları, konfederasyonlar Emek Platformu adıyla bir arada hareket etme 
ihtiyacı duydular. Pek çok olumlu eylem yaptılar ve güç birliğini geliştirdiler. 
Ancak, sınırları belirlenmiş net bir program ortaya koyamadıkları için, tüm 
bileşenler dönem dönem ayrılıp tekrar bir araya geliyorlar. Sendikaların genel 
merkezlerinden bağımsız olarak İstanbul Sendikalar Birliği, Ankara, Kocaeli, 
Gebze sendika şubeleri platformu gibi bölgesel temelde veya kimi kentlerde 
şubeler düzeyinde muhalif sendikaların ortaklaşma, güç birliği geliştirme 
arayışları, şimdilik yetersiz olmakla birlikte geleceğe dair olumlu adımlar 
arasında sayılabilir.
Yukarıda kısaca aktardığımız tüm bu alanlarda da sınıf ve kitle 
sendikacılığı ilkeleri ile yürüyen anlayışların müdahalesi ortaya konmadıkça 
kalıcı başarılar elde edilmesi mümkün görünmüyor.
KISACA BİRLİK DAYANIŞMA
1973'ten sonra daha da gelişen sınıf kavgası içinde emekçilerin 
büyük çoğunluğunu bünyesinde toplayan, kapitalizme, emperyalizme, faşizme 
direnen, dişe diş kavga veren, işçi sınıfı bilimini kılavuz edinenlerin 
oluşturduğu bir anlayış her alanda güç kazandı. Birlik Dayanışma adını alarak 
mücadele yürüten bu anlayış, yıllar içinde serpildi, gelişti, yetkinleşti. 
Birlik Dayanışma, öğretmen hareketi içinde bir grup olarak doğdu. Eğitim 
emekçisi ve devrim şehidi Talip Öztürk öğretmenin önderliğinde, 
yüzlerce-binlerce yol arkadaşının emekleriyle örüldü. Birlik Dayanışma 
Türkiye'yi sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışıyla tanıştıran hareketin somut 
ifadesi oldu.
Birlik Dayanışma adı, ortaya çıkışından çok kısa bir süre 
sonra, sendikal hareketin ve genel olarak işçi sınıfı hareketinin içinde bir 
anlayışı tanımlamakta kullanılmaya başlandı. Birlik Dayanışma Hareketi, işçi 
sınıfı ve başta DİSK olmak üzere, onun sendikal örgütleriyle kopmaz bağlar 
kurarak, köklü bir gelenek yarattı. İbrahim Güzelce ve Rıza Kuas gibi işçi 
önderlerinin yolundan yürüdü. Mustafa Hayrullahoğlu, Zeki Şahin, Meryem Karakız 
ve sayısız can, ölüm pahasına mücadelemizi yükselttiler. DİSK ve bağlı 
sendikalar, sayısız grev ve direnişlerle işçilerin, emekçilerin ekonomik, 
demokratik hakları için yılmaz savaşlar verdiler. DİSK'in ve Maden-İş'in başkanı 
Kemal Türkler bu uğurda faşist kurşunlarla can verdi. Birlik Dayanışma, 
mimar-mühendis odalarında, tabip odalarında, teknik elemanlarda, 
üretici-tüketici kooperatiflerinde, barolarda, hayatın her alanında kitlelere 
mal oldu.
Ülkede kapitalizme karşı kapsamlı bir mücadeleden yana olan 
güçler Birlik Dayanışma içinde yer aldılar. Kapitalist sistemin yıkımlarına 
karşı direnmenin gerekliliğini gören ve sistemi değiştirmeyi hedefleyen tüm 
kesimler, başta ilerici, sosyalist partilerin üyeleri, gençlik, kadın, öğretmen, 
teknik eleman, kooperatif hareketlerinin dinamik kesimleri Birlik Dayanışma 
Hareketi'ni oluşturdular.
DİSK'in, kooperatif hareketlerinin ve tümüyle emekçilerin bugün 
de bize yol gösteren devrimci geleneklerinin yaratılmasında, işçi sınıfının 
dünyayı değiştirme gücünü kendisinde görmesini sağlayan anlayış Birlik Dayanışma 
Hareketi sayesinde emek hareketinde egemen olmuştur. Bu nedenle, 75-80 arası 
Türkiye emek hareketine, işçi sınıfı hareketine dönük bütün değerlendirmeler 
Birlik Dayanışma Hareketi gözetilerek yapılmak zorundadır. Sınıf dışı unsurlara 
yönelen siyasi yapıların etkisinin kırılmasında, ilericilerin işçi sınıfıyla, 
kamu emekçileriyle, gecekondu gençliğiyle buluşmasında en büyük katkı Birlik 
Dayanışma Hareketi'nden gelmiştir. 
İşte, önümüzü açacak ve bugün hem sendikal hem siyasal alanda 
yaşanan tıkanıklığı aşmamızı sağlayacak olan anlayış bu temeller üzerinde 
yükselecektir.
Devrimci bir emek odağı oluşturmak üzere yola 
çıkıyoruz
Hayat durmuyor, emek-sermaye çelişkisi azalmıyor, artıyor. 
Bugün 2005 Türkiyesi'nde tüm emekçiler daha yoksul, daha örgütsüz durumdalar. 
Haklarımız budanmış, gasp edilmiş, yarınımızdan emin değiliz. Ülkemiz 
emekçileri, Türk, Kürt, Arap, Laz, Ermeni, Gürcü, Boşnak, Çerkez
 hep birlikte 
yoksullukla boğuşuyor, işkencede, hapishanede kırıma uğruyor. Aydınların, bilim 
insanlarının sesi kısılmaya çalışılıyor.
Emperyalistlerin çöreklendiği üslerimizden komşumuz Irak'ın 
tepesine tonlarca bomba yağdırılıyor. İran, Suriye, Lübnan emperyalist 
talan-yıkım, savaş tehdidi altında. Bölgemizde umudunu Amerikan ve AB 
emperyalizmine bağlamış hain, dönek yöneticiler var. Bunlar emperyalistler arası 
çelişkilerden yararlanabilecekleri, birine dayanarak diğerini kullanabilecekleri 
boş umudunu yaygınlaştırıyor, emperyalistlere sundukları hizmetlerinin 
karşılığını alabileceklerini zannediyorlar.
Emperyalizm ve kapitalizm Ortadoğu'yu mahşer yerine çevirdi. 
Bölge halklarına yeryüzü cehennemini yaşatıyor. Türkiye, mahşerin kapısında. Biz 
sömürgeciliğin böl-yönet oyunlarına düşmeyeceğiz. Birbirimizi kırmayacağız. Her 
halktan işçiler, emekçiler olarak kapitalizme, emperyalizme karşı birlikte karşı 
çıkıyoruz, çıkacağız. Emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesine karşı Ortadoğu 
ülkeleri işçilerinin, emekçilerinin, halklarının enternasyonalist dayanışmasını 
oluşturacağız.
Sanayici diye geçinen TÜSİAD patronları, başta Koç ve Sabancı, 
sanayi, ağır sanayi masallarını bir yana bıraktılar. Küçük ve orta esnafın iş 
alanlarına el attılar. Kurdukları market zincirleri ile domates, patlıcan, 
nohut, et, süt satarak küçük esnafı batırıyorlar. Avrupalı, Amerikalı ulus-ötesi 
tekellerle ortak olarak ülkemizin dağından yaylasından çıkan suyu şişeleyip 
halkımıza satıyorlar. İzin vermeyeceğiz.
Çare var. Emekçiler çaresiz değil. Bugün kapitalistler ve 
onların yağdanlıkları konuşuyor, yazıyor, çiziyorlar. İnsanların zihinlerine, 
akıllarına egemen olmaya, onları sersemletmeye, akıllarını esir almaya 
çalışıyorlar. Her alanda ideolojik bir saldırı var. Yatık gazeteciler ABD ve AB 
emperyalistlerinin hayasız sözcülüğünü yapıyor, halkımızın yüreğine korku 
salmaya çalışıyorlar. "Mütareke basını" deyimini hak eden yatık medya, 
Vaşington'dan ve Brüksel'den besleniyor, yalılarda, köşklerde yaşıyor. Namuslu 
gazeteciler, basın emekçileri fikirlerini gazetelerinde yazamaz hale 
getiriliyor, işlerinden ekmeklerinden oluyorlar.
Söyleyecek sözümüz var. Bizler, insanlara anlatabiliriz, 
onlardan öğrenip onlara öğretebiliriz. Tarlada, tezgâhta, fabrikada, atölyede, 
dersanede birlik olabiliriz. Sözümüzü her gün daha fazla emekçiye duyurabilir, 
onlarla büyüyebiliriz. Emekçinin mücadelesi her gün büyüyor, boyutlanıyor. 
Grevler, direnişler, protestolar, mitingler, ülkenin dört bir yanında onlarca, 
yüzlerce. Bunları yaygınlaştırmak, çoğaltmak, birbirinden haberdar hale 
getirmek, koordineli olarak davranmalarını sağlamak, aynı hedefe yöneltmek bizim 
görevimiz.
Hareketimiz, demokratik sınıf ve kitle sendikacılığı 
perspektifiyle, dünyanın değişen koşullarını hiçbir zaman göz ardı etmeden 
yürüyecek. İşsizleri, kadınları, ezilenleri, sigortasız ve sendikasız, 
güvencesiz çalışanları, yoksulları, örgütsüzleri de kapsayacak BİRLİK DAYANIŞMA 
HAREKETİ işçilerin ve memurların farklılıklarını gözeten, ama aynı zamanda 
emekleriyle geçinenler olarak iç içe geçmelerini sağlayacak bir perspektif sunan 
devrimci bir emek odağı olma hedefiyle yola yeniden koyuluyor. Hareketimiz, aynı 
zamanda, kendi sendikal örgütlerinin dışına itilmiş, örgütsüz kalmış ve bir 
çözüm arayışı içerisindeki kitleleri de hedef alıyor. 
İşçi sınıfının içinde bulunduğu koşullar çok tanıdık. Sermaye 
sınıfı saldırılarına yeni boyutlar ekleyerek devam ediyor. Hem siyasal hem 
ekonomik planda ilerleyen saldırılar, ekonomik planda neo-liberal yönelimin 
belirleyici etkisini taşıyor. Ekonomik ilişkilerde kuralsızlaştırma 
(deregulation) uygulamaya konularak taşeronlaştırma, özelleştirme, 
sendikasızlaştırma, esnek çalışma ve kayıt dışı/enformel ekonomik ilişkiler gibi 
yeni uygulamalar yaygınlaşıyor.
Yapısal nitelikteki bu neo-liberal dönüşümler geniş istihdam 
koşullarının var olduğu geleneksel çalışma koşullarının yerini aldı. Bu durum 
işçi sınıfının geleneksel yapısını da çözme ve dağıtma hedefini güttü. Klasik, 
uzun süreli, tam gün çalışan işçileri örgütlemeye odaklanmış sendikalar ise bu 
duruma hazırlıksız yakalandılar. Bu gelişme, işçi sınıfını kendi mücadele 
araçları olan sendikalardan yoksun bıraktı. Geçmişte işkollarının hepsinde 
milyonlarca çalışanı kapsayan yaygın sendikalılık oranı bugün çok güdükleşti. Bu 
yeni durum sendikaları geçmişle kıyaslandığında işlevsizleştirmiş, sembolik dar 
bir alana sıkıştırmış ve faaliyetlerini kimi alanlarda birer tabela 
sendikacılığına dönüştürmüştür.
Buna rağmen, hâlâ gerek özelleştirmelere, gerekse 
sendikasızlaştırmalara ayak direyenler, bu yöndeki saldırıları durduranlar 
hiçbir zaman yok olmadı. Ülkemizdeki köklü sınıf ve kitle sendikacılığı 
anlayışını bilen, bu gelenekten beslenmiş olan ve birikimini yeni nesillere 
aktarma gayreti içerisinde olmuş sendikal kadrolar, bilgilerini paylaşmayı 
başarıyorlar. Bunun haricindeki geniş sendikal kesimler ise gerek milliyetçi 
gerekse dinci sağın etkisi altındalar ve sınıf düşmanı bir çizgide ancak düzenin 
borazanlığına soyunmuş vaziyetteler.
Tüm bu gidişatı tersine çevirebilmek için işçi sınıfının daha 
uyanık ve daha donanımlı olması gerekiyor. Yaratmayı hedeflediğimiz emek odağı, 
tüm bu sorunları yaşayan, hayatın içinde yer alıp çözüm bulmayı hedefleyen 
kadroları ve kitleleri buluşturmayı birincil amaç olarak görüyor.
Niçin yeni bir emek odağı
Bugün ülkemizde gerek sendikal hareketin gerekse emek 
hareketinin bir tıkanma yaşadığı görülüyor. Tüm bilinçli, iyi niyetli kadrolar 
emeğin sendikal savaşımında yeni bir atılımın yapılmasının zorunlu olduğunu 
görüyor. 
Kapitalist tekellerin egemenliği geçmişle kıyaslanamayacak 
kadar arttı. Özellikle sosyalist sistemin yıkılışından sonra sermayenin 
dolaşımının önünde neredeyse hiçbir engel kalmadı. Sermayenin ülkeden ülkeye, 
bölgeden bölgeye, kıtadan kıtaya akışkanlığı saniyelerle ölçülecek kadar 
hızlandı. Tekelci kapitalizmin ideolojik saldırısı toplumları kılcal damarlarına 
kadar kuşattı.
Kapitalizmin bu denli gelişmesi, tekelleşmenin her alanda 
yoğunluk kazanması ve geçmiş tüm sosyal haklarımıza dönük neo liberal saldırılar 
bir yandan sendikaların örgütlülük oranlarını düşürüyor. Ancak, bu yoğunlaşma 
aynı zamanda sendikal hareketin sıçrama yapmasını sağlayacak dinamikleri de 
güçlendiriyor. Patronlar çekirdek kadro dedikleri daha az işçiyle, piyasanın 
ihtiyaçlarına göre çalışarak işyerlerine pazarda dinamizm kazandırıyorlar. Ama, 
bu kârlı durum, üretimin kesinlikle, hiçbir koşulda durdurulmamasını 
gerektirdiği için de işlerini daha kırılgan ve zayıf hale getiriyor. Kısacası, 
yıllar önceki öngörü geçerliliğini aynen koruyor: Kapitalizm kendi sonunu 
getirecek sınıfı yaratmaya devam ediyor.
İşte, kapitalizmin milyonlarca işçiyi ve kamu emekçisini 
gittikçe artan oranda yoksulluğa, açlığa, bilgisizliğe ve hepsinden önemlisi 
örgütsüzlüğe mahkum etmesi, yeni bir odak yaratılmasını zorunlu kılıyor. Bu 
sorunları görmek, bu sorunların çözümü için örgütlü bir mücadele yürütmek ancak 
stratejik bakış açısına sahip bir programla mümkün olacaktır. BİRLİK DAYANIŞMA 
HAREKETİ, dar grup çıkarlarını gözeten değil, geçmişin değerlerini bilen, 
emekçilerin ortak kaygılarını yok etmeyi hedefleyen bir strateji ve programla 
yola çıkıyor.
"Bu yasalarla artık bırakın grevi, nefes bile alınamaz" 
diyenlere inat, çıplak ayak yürüyerek, hep birlikte hasta olarak, işi 
yavaşlatarak, söke söke haklarını alan işçilerin mücadelesi BİRLİK DAYANIŞMA 
HAREKETİ'ni doğurmuştur. "Yasalarda memurlara sendika hakkı verilmemiştir" 
diyenlere inat, "hak verilmez alınır" şiarıyla sokaklarda, meydanlarda meşru 
temellerde mücadele yürüten kamu emekçileri BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ'ni 
doğurmuştur.
Kongrelerde sadece isim tartışması yapanlara, yönetimde yer 
almak için ilkelerinden tavizler verenlere inat, sendikaların toplumun örgütsüz 
kesimleriyle buluşmasını sağlayacak programlar önerenler BİRLİK DAYANIŞMA 
HAREKETİ'ni oluşturuyorlar. Yığınların önünde, kadrolarla, eylemcilerle, gönüllü 
birlikler içinde yürüyenler BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ'ni oluşturuyorlar.
"Sen memursun, orada örgütlen", "sen işçisin, şurada örgütlen", 
"sen işsizsin, sen taşeron çalışanısın, sen geçicisin, sen özel güvenlikçisin, 
sen kayıtdışısın" diyerek işçi sınıfını bilerek bilmeyerek bölmeye çalışanlara 
karşı BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ farklılıkları gözeten ama ortaklaşmayı öngören 
bir anlayışı savunduğu için farklıdır.
Mavi yakalısı, beyaz yakalısı, işçisi, memuru, geçici çalışanı, 
aydını, akademisyeni BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ'nin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu 
Hareket, toplumun dönüştürülmesi için bir zorunluluk olan yeni bir emek odağını 
onlarla birlikte tüm emekçiler için örecek.
Tüm kararları ortaklaşa alacak, her aşamada katılımcılığı 
teşvik edecek bir anlayış emek hareketinin önünü açacaktır. Hareketimiz, bu 
nedenle de demokratik merkeziyetçi bir karar mekanizması uygulamayı hedefler. 
Tabandan kopuk tartışmalar kitle ile bağların kopmasına yol açar. Kendi 
kitlesini hiçe sayan anlayışlardan ve sözde sendikal birliklerden bütünüyle 
farklı olarak, BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ, tüm tabanın tartışmalara katkı koyması 
için gereken iç ve dış düzenlemeleri yaratır ve gerek duyulan her aşamada tabana 
danışır.
Nasıl bir sendika?
İşçilerin ve kamu emekçilerinin en yaygın, en eski, en bilinen 
örgütsel yapıları sendikalardır. BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ, meşru temellerde 
sendikal örgütlenmeyi esas alır. Sendikaları düşman gören bir anlayışa sahip 
değildir. Ancak, sendikaları dost kabul etmek, var olan eksikliklerini görmemek 
için mazeret değildir. Sendikal hareket eleştiri mekanizması işletilerek, 
sendikalar birileri için ikbal kapısı olmaktan çıkartılarak ilerleyecektir. 
Sendikalar, işçileri örgütlemek, onların çalışma ve yaşam koşullarını 
iyileştirmek, işçiler arasındaki yapay ayrımları yok etmek ve işçilerin 
birliğini sağlamak üzere kurulmuş örgütlerdir. Sendikalar, işçi sınıfının 
doğuşundan beri vardır. Sömürü devam ettikçe, sömürüye karşı mücadele eden 
sendikalar var olmaya devam edecektir. 
Sendikalar sömürüyü tek başına ortadan kaldıramazlar. 
Sendikalar sömürüyü sınırlandırma mücadelesi yürütürler. Sendikalar iktidarı 
doğrudan hedeflemezler. Ama, kapitalizmin yıkımına karşı sürekli olarak 
üyelerini bilinçlendirirler.
İşçi kimliği taşıyan herkesi kapsamak sendikaların öncelikli 
hedefidir. Sendikalar, dil, din, ırk, siyasi görüş, cinsiyet ayrımı gözetmeden 
ezilen ve sömürülen tüm işçileri, tüm çalışanları üye yapmayı, örgütlemeyi, 
sınıf ve kitle sendikacılığı ilkeleri temelinde ortak sendikal hedefler ve 
program doğrultusunda sınıf mücadelesine katmayı hedeflerler.
Nasıl Bir Anlayış?
BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ
1. İşçi sınıfının ve emekçilerin 
çıkarlarını gözetir. İster özel sektör çalışanı olsun, isterse kamu sektörü 
çalışanı olsun, her zaman işçilerin sınıfsal çıkarları için mücadele eder. 
Birlik Dayanışma Hareketi hiçbir zaman, hiçbir koşulda işverenlerin yanında yer 
almaz, daima emekçinin hakkını arar.
2. İşçilerin ve emekçilerin çalışma ve 
yaşam koşullarını düzeltmek için her türden demokratik, yasal ve meşru mücadele 
içinde yer alır.
3. Amerikan ve Avrupa Birliği 
emperyalizmine, kapitalist sermayenin tahakkümüne karşıdır.
4. Grubu oluşturanların kollektif 
görüşleriyle davranır; kararlarını ortaklaşa tartışmalarla alır; ortak akıl her 
bireyin değerlendirmesi sonucunda oluşur. Kararların ortaklaşa tartışılarak 
alındığı, alınan kararlara herkesin katıldığı demokratik merkeziyetçilik 
ilkesini hayatın her alanında uygular.
5. Sendikal örgütlenmelerimiz önünde 
engeller çıkartan iş yeri barajı, iş kolu barajı, yetki tespiti, noter şartı 
gibi demokrasi dışı tüm maddelere karşı mücadele eder.
6. İşçilerle memurların aynı 
sendikalarda buluşmasını engelleyen, demokrasi dışı yasaları reddeder, "tek iş 
kolu, tek sendika" mücadelesi verir.
7. Emekçilerin ekonomik, sosyal ve 
siyasal hakları için mücadele eder.
8. Yasalardaki tüm anti-demokratik 
hükümlerin ortadan kaldırılması için mücadele eder. Esnek çalışmayı öngören 
kanunları reddeder, değiştirmeye çalışır; çalışma saatlerinin düşürülmesini, 
işçi sağlığı ve iş güvenliği düzeyinin yükseltilmesini, anadilde eğitim, yayın 
ve kültürel gelişim hakkını savunur, emekçilerin birliğini sağlamak üzere bütün 
ulusal, dilsel, dinsel, kültürel toplulukların hayatın her alanında eşitliğe 
kavuşması için uğraşır.
9. İşçi sınıfı içinde imtiyazlar 
yaratan durumları engellemeye, işçi aristokrasisi yaratmaya yol açan etmenleri 
yok etmeye çalışır. Bu nedenle kayıt dışı çalışanın, parttaym çalışanın, evde 
çalışanın, taşeron işçisinin, sözleşmeli işçinin, geçici işçinin, çırakların, 
işsizlerin, yani tüm emekçilerin sorununu kendi sorunu olarak kabul eder. 
10. Taşeron işçiliğini, sözleşmeli ve 
geçici işçiliği insanın en temel haklarına saldırı sayar. Her emekçinin tam 
zamanlı kadrolu, sigortalı ve sendikalı olması için her türlü mücadele içinde 
olur.
11. Yerli ve yabancı işçi ayrımını 
reddeder, kaçak çalıştırılan ve ağır biçimde sömürülen Romen, Bulgar, Azeri, 
Ermeni, Rus, Moldav, İranlı, Filipinli, Afrikalı işçilerin haklarına sahip çıkar 
ve TC vatandaşı işçilerle birlikte örgütlenmeleri için gayret eder.
12. Özelleştirmelere bütün yönleriyle 
karşıdır. Barınma, ulaşım, sağlık ve eğitim gibi temel ihtiyaçların kamu eliyle 
ve parasız verilmesi için mücadele eder. Medyanın, sanayi tekellerinin, 
bankaların, diğer finans ve sigorta kuruluşlarının kamunun elinde olması için 
faaliyet yürütür.
13. Aydınlar ve akademisyenlerle işçi 
sınıfının buluşmasını engelleyen yasaların değişmesi için mücadele yürütür; 
akademik personelin söz ve ifade özgürlüğünü engelleyen YÖK ve benzeri yasaların 
iptal edilmesi için ortak etkinlikler içinde olur.
14. Ayrımsız tüm çalışanların 
sendikalı, sigortalı, kayıtlı olmasını talep eder. Tüm çalışanlara sınırsız, 
kısıtlamasız sendika, grev ve toplu sözleşme hakkı verilmesi için mücadele 
eder.
15. Cinsiyet ayrımcılığının kesin 
olarak karşısındadır. Kadını ezen töresel, geleneksel, yasal tüm hükümlerin 
ortadan kalkması, kadınların sendikalarda, çeşitli kurullarda, özel ve kamusal 
yaşamda erkeklerle eşitliğini sağlamak üzere pozitif ayrımcılık ilkesini 
işletir.
16. Engellilerin maruz kaldığı 
ayrımcılığa karşı mücadele eder. Çalışma yaşamına ve kamusal yaşamın her alanına 
serbestçe katılmalarını sağlayacak önlemlerin uygulanması için uğraşır.
17. Sendikal görevlere seçilenlerin 
bulundukları konumda yalnızca belirli bir süre için kalmaları gerektiğini kabul 
eder. Makamların, seçilen kimseye ömür boyu verilmiş bir hak olduğu fikrini 
kökünden reddeder. Sendikal örgütlenmelerde seçilmişlerin geri çağrılma 
ilkesinin uygulanması için çalışır. Sendika üyelerinin AYNI KADEMEDE EN FAZLA 2 
(İKİ) DÖNEM görev yapabileceği ilkesini titizlikle işletir. Yöneticilerin ücreti 
ASGARİ ÜCRETİN 3 (ÜÇ) KATINI GEÇEMEZ. 
18. Köylerde kooperatifleşmenin 
sendikalar tarafından desteklenmesini; tarım işletmelerinin ürünleri için 
gereken yakıt, gübre vs. için devlet katkısını, köylülerin aracılar tarafından 
sömürülmesinin önlenmesini savunur.
19. Emperyalizmin saldırısına uğrayan, 
tehditlerine maruz kalan ülkelerin halkları ve emekçileri ile dayanışma yürütür, 
barış mücadelesi verir.
20. Uluslararası işçi sınıfı 
hareketinin kopmaz bir parçasıdır. Enternasyonalist dayanışma çerçevesinde ortak 
eğitim, ortak örgütlenme, ortak mücadele yol ve yöntemlerini geliştirmek 
grubumuzun birincil görevidir.
21. Ülkemizde yeni ağır sanayii 
yatırımlarını engelleyen, var olan ağır sanayi kuruluşlarımızın özelleştirmeler 
yoluyla yerli-yabancı sermaye gruplarına peşkeş çekilmesi için baskı yapan, 
tarımımızı yok eden, köylülüğü açlığa mahkum edip göçe zorlayan, işçi sınıfını, 
emekçi halkımızı ve ülkemizi topyekün emperyalistlere esir kılmaya çalışan bütün 
uluslararası mali sermayenin kurumlarını, kuruluşlarını ve tüm anlaşmalarını 
haksız, gayri meşru ve geçersiz sayar.
22. BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ ortaya 
koyduğu ilkelere her koşulda sahip çıkar. İşçi sınıfının yürüttüğü mücadeleye 
asıl katkısının yukarıda sayılan ilkelere sahip çıkmaktan geçtiğini bilir. Bu 
bilinçle, örgütlerin içinde ya da örgütsel organlarda etkinlik kazanmak uğruna 
ilkelerinden ödün vermez.
Üretenin yönetmesi için, işsizliği yok etmek için, işten 
atılmaya hayır demek için, sosyal güvencesiz çalışmaya hayır demek için, 
özelleştirmeye, taşeronlaştırmaya hayır demek için, parasız eğitim için, parasız 
sağlık mücadelesi için, üslerin kapatılması için, YÖK'ün lağvedilmesi için, 
devrimci bir emek odağı yaratmak için, kendi kaderimizi kendi ellerimize almak 
için haydi BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ saflarına!
Bundan sonraki tarihimizi hep birlikte yazmak, yeni atılımları 
yaratmak üzere yola koyuluyoruz!