Bir ülkenin uygarlık düzeyinin kıstasları çeşitlidir.
Bilim ve teknolojide ileri bir düzeyde olması,
Hakça bir hukuk düzeninin olması,
Üretim ve paylaşım ilkelerindeki hakkaniyet,
Kültürel birikim ve sanata verilen önem,
Sevgi ve saygı temelinde insan ilişkileri,
Ve hepsinden önemlisi "sosyal güvenlik sistemlerinin"
durumudur.
Sosyal Güvenlik; en geniş anlamı ile; insanların, bugünleri
ve yarınları için sağlık ve mutluluklarını hedefler.
Mutluluk güzel bir duygudur; maddi ve manevi beklentilerin
karşılanması ile oluşur.
Manevi beklentiler; eşitlik, kardeşlik, adalet, eğitim,
sevgi, sağlık ve her türlü risk için gerekli önlemlerin alındığı, önlemlere
rağmen, riskler gerçekleştiği takdirde zararların giderildiği, güvenli bir
ortamda yaşamaktır.
Maddi beklentiler; çağın gerektirdiği ve ulaşılabilir
kıldığı üretilen ve üretilmiş zenginliklerinden pay alma veya yararlanma,
üretimde bulunma ile çeşitli nedenlerle üretim dışı kaldığında yaşam
standartlarında ortaya çıkabilecek kayıpların telafi edilmesidir.
Gerek maddi gerek manevi beklentilerin karşılanması için
üretim şarttır.
Bugün bütün toplumlar ve devletler önemli oranda üretim yarışı
içindedirler. Bilim ve teknoloji, kafa ve kol emeği, fabrikalar ve tarlalar
üretim için zorunlu gereksinimlerdir.
Üretim iki türlüdür.
Birincisi mal üretmek, ikincisi ise hizmet üretmektir.
Hizmet üretmek tıpkı elektrik enerjisi gibidir. Biriktirilemez,
üretilirken tüketilir. Mal üretmek ise maddi beklentilerimizi karşılayan
ürünlerdir. Hammadde ve ara maddelere gereksinim duyabilir.
Çalışılacak iş yerleri açmak, işletmek ve hatta çalışamayan
insanların beklentilerini de karşılamak, çalışan insanlar tarafından
gerçekleştirilmektedir.
Çalıştık, ürettik, paylaştık, ihtiyaçlarımızı karşıladık!
Sorunlarımız büyük oranda çözülmüş olması gerekirken, ne yazık
ki günümüzde dünyada paylaşım sorunları nedeniyle büyük sıkıntılar
yaşanmaktadır.
En gelişmiş ülkelerde bile yaşam standartları açısından büyük
farklılıklar ortaya çıkmıştır.
Paylaşım sorunlarının varlığı ve çözümlenmesi madalyonun bir
yüzüdür.
Diğeri ise;
Bireysel erk ve iradenin dışında olan
Bebeklik, çocukluk, okul (eğitim) yılları, gebelik ve
yaşlılık,
Hastalık, sakatlık, malullük,
Çalışabilir olmasına karşın iş bulamama; işsizlik,
gibi durumlardır. Böylesi durumlarda olanların ihtiyaçlarının
karşılanmasıdır.
Yukarıda sayılan durumda olan kişiler kendi ihtiyaçlarını
kendileri karşılayamaz.
O halde bu ihtiyaçlar, toplum tarafından, toplumun çalışabilen
insanları tarafından karşılanmalıdır.
İşte her toplumda böylesi zorunlu ihtiyaç hallerinin
gereklerini karşılamaya yönelik oluşturulmuş kurum, kuruluş ve sistemlere
SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMLERİ denir.
Bu sistemler ülkeden ülkeye, toplumdan topluma değişiklikler
gösterir. Emekçiler açısından bakıldığında, sorunların ortadan kaldırılabilirlik
düzeyi ve kapsamı, o ülkenin uygarlık düzeyinin en başat göstergesi olarak kabul
edilebilir.
Feodal toplumlarda bu sorun devlet politikası haline
gelmemiştir. İhtiyacı olanların sorunlarını ağalar, şeyhler, aile reisleri,
(sahipler), ailenin çalışabilen nüfusu üstlenmiştir.
Kapitalist üretim ve paylaşım ilişkilerinin hâkim olduğu
toplumlarda, kapitalistler, toplumun büyük kesimlerini yönetmeye talip olunca,
bu görevler de emekçilerin mücadelesi sonucunda yavaş yavaş kapitalistlerin ve
onların yönlendirdiği devlet kurumlarının üstüne vazife olmaya başlar.
Kapitalistlerin toplumsal sorunları çözmedeki bakış açıları
açık ve nettir.
Kapitalistler, kendilerine gelen her talebe karşı "benim
kârım ne olacak?" sorusunu sorarlar. Toplumsal dayanışma, yardımlaşma,
fedakârlık, güç/el birliği gibi yaklaşımlarla çözülecek sorunlar onlar için
yabancıdır.
Bu sorunlar sosyal patlamalara, huzursuzluklara ve iş
yerlerindeki üretimlere olumsuz yansıyacak düzeye ulaştığında, o zaman bu
görevleri devlete havale ederler.
Bu hizmetleri yerine getirebilecek kuruluşları oluşturacak
kadar birikim sağladıklarında ve bu görevler için insanlar bir bedel
ödeyebilecek düzeye geldiklerinde; yine bu sorunlar üzerinden kâr etmek
maksadıyla Özel Sigorta ve Özel Sağlık Kurumları, (hastaneler, ilaç ve tıbbi
alet fabrikaları) kurarlar.
Kâr mantığı kapitalist ekonomilerde kendi içinde tutarlı ve
gerekli bir mantık olabilir. Ama zaten "kapitalizm" insan doğasına aykırı, o
yüzden yok olması gereken bir sistemin adıdır.
İnsanlar gelirleriyle orantılı bir yaşam standardına razı
olabilirler. Gelirleriyle orantılı olarak zorunlu olmayan ihtiyaçlarından
vazgeçebilirler.
Ancak, yukarıda saydığımız durumlarda olan insanların
ihtiyaçlarından kısıtlama yapılamaz. Bu ihtiyaçlar kâr mantığından arındırılarak
karşılanması gereken ihtiyaçlardır.
Çünkü kapitalist sistemin ortaya çıkardığı gelir dağılımındaki
adaletsizlik bu hizmetlere yansır ise, "Ne kadar para, o kadar hizmet"
şekline dönüşür, sağlık ve güvenlik üzerinden insanlar oldukça kolay sömürülür.
Maliyet ve hak ediş kriterlerinden uzak, keyfi fiyatlandırmalarla insanların tüm
birikimleri elinden alınabilir. Böylelikle zaten bozuk olan gelir dağılımı daha
da bozulur.
İçinde bulunduğumuz dönemde ileri kapitalist ülkelerde, belli
sermaye gruplarında yeterli birikim vardır. Kapitalistler yalnız kendilerini
düşünerek, yalnız kendileri için "kendilerine yeterli" çok modern hastane ve
tesisler kurmuşlardır. Bunlar özel hastaneler ve özel sigorta şirketleridir.
Bunlardan tüm toplumun eşit yararlanmasına altyapı olarak olanak yoktur. Zaten
kapitalistlerin böyle bir niyeti de yoktur.
Ancak; sömürüye dayanarak büyük miktarlarda maddi birikimler
elde etmiş olsalar bile, bu birikimler kapitalistlere bedensel bir avantaj
kazandırmaz. Gerçi, yüksek yaşam standardı, iyi beslenme ve az yıpranma
nedenleriyle hastalıklara yakalanma riskleri düşük olsa da her insanın
yakalanabildiği hastalıklara zenginler de yakalanmaktadırlar. Böyle olunca
yalnız kendileri için olsa bile tıbbi araştırmalara ve altyapı yatırımlarına
kaynak ayırmak mecburiyetinde kalmaktadırlar. Bu nedenle merkezi kapitalist
ülkelerde tıbbi araştırma ve altyapı imkânları daha fazladır.
İşçi ve emekçi sınıfların çıkarlarını önde tutan ve büyük
kapitalistleri yok eden ülkelerde, üretim ve paylaşım ilişkileriyle beraber
sosyal güvenlik hizmetleri de kamunun üstlendiği görevler arasındadır.
Çalışabilir durumdaki herkese iş bulmak, çalışanlara üretime
katkısı ve kıdemi ile doğru orantılı maaş vermek, bebeklerin, gençlerin bakım ve
eğitimini sağlamak, hastalık, sakatlık, malullük ve yaşlılık durumlarında tedavi
etmek ve yaşamlarını sıkıntısız sürdürebilecek aylık bağlamak, sosyal bir
devletin temel kriterleridir.
Konumuz uygarlıktı.
Uygarlık kıstaslarının neler olduğunu özetledik. Bu kıstasların
çeşitli ülkelerde yüksek nitelikte var olması uygarlık için yeterli değildir.
Bu kıstas ve imkânlardan; kimlerin ne oranda yararlanabildiklerine de bakmak
gerekir.
En öldürücü hastalıklara tedavi bulunmuş olsa bile bu tedaviden
herkes yararlanamıyor ise, yararlanabilmesi için yüksek bedeller ödemek zorunda
kalıyor ise bu uygarlık eksik bir uygarlıktır.
En öldürücü hastalıklara tedavi bulunması elbette küçümsenemez.
Çok önemli bir adım, çok önemli bir kazanımdır.
Ancak, asıl uygarlık; bu adım atıldıktan sonra ortaya
çıkarılmış buluş veya hizmetlerin, en kısa zamanda tüm ihtiyaç sahiplerinin
yararlanabileceği duruma getirilmesidir.
Böyle olunca; kısıtlı imkânlarına karşın, tüm nüfusunu
sosyal güvenlik şemsiyesi altına almaya çalışan ülkeler, zengin kapitalist
ülkelerden daha uygardır diyebiliriz.