SİP, işçi sınıfının, şehir ve köy emekçilerinin, 
gençliğin ve kadınların milyonluk kitleler hâlinde ayaklanarak Tunus ve 
Mısır'da işbirlikçi kapitalist diktatörleri devirmesine düşmanca 
yaklaşmaya devam ediyor. Emperyalizmin sadık uşağı Zeynel Abidin Bin Ali 
ile Hüsnü Mübarek'i tarih sahnesinden silen, egemen sermaye sınıfı ile 
emekçi halk arasındaki güç dengesini değiştiren, dünyanın her yerinde 
sömürülen ve ezilen kitleleri esinlendiren ve yeni bir devrimci yükseliş 
dönemini başlatan büyük halk ayaklanmalarını düpedüz karalıyor. İşçi 
sınıfının ve emekçi halk kitlelerinin, işçi sınıfına ve emekçi halka 
özgü taleplerle, işçi sınıfına özgü yöntemlerle siyasal yaşama 
uyanmasının tarihsel önemini inkâr ediyor. 
  3 
Mart 2011 tarihli "Tunus ve Mısır'da dinamik denge ve SİP" yazısında 
belirttiğimiz gibi, SİP'e göre, "Ortadoğu'da devrim filan yok." Kemal 
Okuyan'ın sözleriyle, Tunus ve Mısır'da meydana gelen halk 
ayaklanmaları, esas olarak bir Amerikan planının ürünüdür ve bu 
ayaklanmaları, "korkaklığımızdan dolayı" karşıdevrim diye 
adlandıramayacaksak, gerici olarak damgalayamayacaksak, en iyi ihtimalle 
"tamı tamına bir restorasyon" olarak nitelemeliyiz. (Kemal Okuyan'ın söz 
konusu görüşleri ayrıntılı biçimde işlediği yazıları için, bakınız,  
Sol, 7, 25, 26 Şubat 2011). 
  SİP, Tunus ve 
Mısır'da farklı görüşlere sahip komünist, sosyalist ve devrimci 
partilerin oybirliğiyle "halk devrimi" olarak tanımladığı, Fidel 
Castro'nun Fransız devrimine benzettiği devrimci kalkışmaları kötüleme 
çabasını, utanç verici bir hileyle taçlandırarak, Tunus ve Mısır 
devriminden söz eden devrimci çevrelerin görüşlerini 
karikatürleştiriyor. 
  SİP'in hilesi, 
emperyalizme köklü ödünler vermek zorunda kalsa da hâlâ bağımsızlığını 
korumaya çalışan Libya ile emperyalizmin kaşarlanmış uşaklarının başta 
bulunduğu Tunus ve Mısır'ı aynı çuvala koymak, Libya'ya karşı faşist bir 
savaş başlatan emperyalizmin yaptığı her türlü kötülüğü, Tunus ve 
Mısır'da hâlâ iktidarı elinde tutan kapitalist hükümetlerin sorumlu 
olduğu halk karşıtı karar ve eylemleri devrime bağlamak, devrimin eseri 
saymaktır. 
  Hileyi Kemal Okuyan başlattı. 
"Devrim zirve noktasına ulaştı" başlıklı alaylı yazısında yer verdiği 
uydurmaları devrimci çevrelerin görüşüymüş gibi yansıttı: "Devrim, 
Fransız savaş uçaklarının kokpitini ele geçirmiş bulunuyor. Tıpkı 
üzerlerine yağan füzeleri özgürlük ve demokrasi için bedel olarak görüp 
selamlayan Libya halkına 'ayaklanın' çağrısı olarak 
değerlendirilebilecek top mermilerinin ateşlendiği Amerikan 
destroyerlerinin komuta merkezinin Mısır ve Tunus devrimi tarafından 
denetlendiği gibi
" (  Sol , 20 Mart 2011) 
  Amerikancı  Taraf  yazarlarına layık uydurmaları 
devrimcilerin ağzına yakıştıran Kemal Okuyan'ın açtığı yolda ilerleyen 
 Sol  , Tunus'ta hükümetin, devrimi savunan kitlelerin 
gösterilerini bastırmak için gece sokağa çıkma yasağı ilan etmesini, 
alaylı bir dille, "Tunus'ta 'devrim' ilerliyor!" başlığıyla verdi. (  
Sol  , 8 Mayıs 2011). 
  İşçi sınıfının ve 
emekçi kitlelerin bilinçli eylemi dışında bir devrim hayal eden, 
kitlelerin bağımsız eyleminden korkan SİP, görüldüğü gibi, karmakarışık 
bir anlayışla, devrim ile karşıdevrimi karıştırıyor; devrimin dinamik 
bir süreç olduğunu, egemen sınıf ile sömürülen sınıf arasında kıyasıya 
bir mücadelenin ürünü olarak ortaya çıktığını, devrimin ilk hamlesinden 
sonra da bu mücadelenin devam ettiğini kavramıyor. 
  Durumu kısaca netleştirmeye çalışalım. 
  Birincisi, Tunus ve Mısır'da halk devriminden söz eden 
devrimci çevreler, şu anda merkezî siyasal iktidar organlarının hâlâ 
işbirlikçi kapitalist oligarşinin elinde olduğunu vurguluyorlar. 
Bağımsız eylemlerle devrimin ilk aşamasında yıllanmış diktatörleri 
başlarından atan halk kitleleri, sokaklarda ve alanlarda gösterdikleri 
başarıyı kendi bağımsız iktidar organlarını kurma aşamasına 
götüremediler. Despotik burjuva devlet aygıtını dağıtamadılar, 
emperyalizme ve kapitalizme hizmet eden eski siyasal iktidar 
organlarının yerine kendi devrimci iktidarlarını oluşturamadılar. 
Çünkü, işçi sınıfının ve emekçi halkın devrimci partileri, uzun 
diktatörlük yıllarında ağır baskı altında yasaklı durumdaydılar. Gereken ölçüde örgütlü değildiler, sınıfla ve kitlelerle yeterince bağ 
kuramamışlardı. Marksizm Leninizmin yol göstericiliğinden, devrimci 
teorinin aydınlığından kuşaklar boyunca uzak bırakılan milyonlarca emekçi, siyasal hayata yeni uyanıyor; bilinçleri ve tecrübeleri, kendi 
kaderlerini sürekli olarak kendi ellerinde tutmanın, kendi hayatlarını 
burjuvazisiz olarak örgütlemenin canalıcı önemini henüz yeterince fark edecek yükseklikte değil. 
  İkincisi, Tunus ve 
Mısır devrimlerinde şu anda bir ölçüde ikili iktidar yaşanıyor. Devrimci 
kitleler, sokaklarda ve meydanlarda gücünü koruyor; burjuvazi ise, merkezî hükümeti, parlamentoyu, polis örgütünü, ordunun üst yönetimini, 
yargı örgütünü, devlet televizyonunu elinde tuttuğu gibi, üretim araçlarına, fabrikalara, çiftliklere, bankalara sahip olmaktan 
kaynaklanan ekonomik gücünü kaybetmemiş durumda. 
  Devrimci parti ve örgütler herhangi bir yasal 
düzenlemeye gerek kalmadan serbest çalışmaya başladılar, sansürü ortadan 
kaldırdılar, gazete ve dergilerini çıkardılar. Açık siyasal eylemde bulunma hakkını fiilen kazanan bu parti ve örgütler hızla bağımsız 
sendikalar, dernekler kuruyorlar. Özellikle Tunus'ta belirli illerde 
devrimi savunma komiteleri iş başında; bu komiteler, günlük yaşamı düzenlemeye başladı, merkezden gönderilen valileri kovuyor, polis 
müdürlerini il sınırları içine sokmuyor. 
  Ancak, 
topluca bakıldığında, devrimci kitlelerin çoğunluğu, tarafsız bir görünümle ortaya çıkan ordu üst yönetimine ve cumhurbaşkanına hâlâ 
güveniyor, onların ülkeyi yönetmesine rıza gösteriyor, merkezî iktidar 
onların elindeyken de onları sokaktan ve meydanlardan denetleyebileceğini sanıyor. 
  Üçüncüsü, 
emperyalizm ve işbirlikçileri, ikili iktidar durumunun farkında olarak, 
kitlelere ödünler veriyor. İktidar kendi ellerinde kaldıkça, verilen ödünlerin günün birinde geri alınabileceğini bilerek şu anda ücretleri 
arttırıyor, işsizlikle ve yoksullukla mücadele programları başlatıyor, eski rejimin önde gelen temsilcilerinin yolsuzluklarını soruşturuyor, 
servetlerine el koyuyor, bir kısmını hapse atıyor, işkencecileri yargılıyor. Dış politikada da, Mısır yönetiminin İsrail uşaklığı 
politikasından uzaklaşıp Filistin davasına destek vermeye başlaması, Refah sınır kapısını açıp Gazze ablukasını kırması gibi, kitlelerin 
gönlünü okşayacak bağımsızlıkçı adımlara yöneliyor. 
  Dördüncüsü, ikili iktidar durumu geçici olmaya 
mahkûmdur, çok uzun süre devam edemez. 
  Bu 
yüzden devrimci güçler, halk devriminin temel taleplerinin hâlâ karşılanmadığını belirterek, devrimci bir geçici hükümet kurulması, 
özelleştirmelerin iptal edilmesi, işbirlikçi oligarşinin servetine el 
konulması talepleriyle propaganda ve ajitasyon yapıyor, hızla örgütlenmeye çalışıyor, kitle gösterilerine devam ediyor. Kitle 
gösterilerinde en sık atılan sloganlar, "iktidar halka devredilsin", 
"ikinci bir devrime ihtiyacımız var" sloganları. 
  Emperyalistler ve işbirlikçi oligarşi ise, emekçi 
kitleleri sokaklardan ve meydanlardan evlerine geri çekmek, "anarşiye son verip düzeni kurmak", olağan günlere dönmek için ellerinden gelen 
her şeyi yapıyorlar. Kitleleri kandırmak, oyalamak, bezdirmek için şimdilik esas olarak tatlı dile başvuruyor, havayı koklayarak zaman 
zaman şiddet kullanıyor ama şiddetin ters tepmesi, kitle eylemlerini hızlandırması durumunda hemen özür dileyerek günah keçisi ilan ettikleri 
birilerini görevden alıyorlar. Tunus ve Mısır'daki işbirlikçilerin, emperyalizmin Libya'ya savaş açmasından sonra kendilerini daha güvende 
hissettikleri görülüyor. 
  Beşincisi, kuşkusuz her devrim kendine özgüdür, başka hiçbir devrime benzemez. Yine de, 
Tunus ve Mısır devrimleri, çarı ve çarlık iktidarını devirmeyi başaramasa da, milyonlarca işçiyi ve emekçiyi bir yıl boyunca grev, 
gösteri ve ayaklanmalarla sokaklara ve meydanlara döken 1905 Rus devrimine çeşitli açılardan benzetilebilir. 
  
Milyonlarca işçinin, şehir ve köy emekçisinin bağımsız siyasal özne 
olarak harekete geçmesi, siyasal eylemler içinde gücünün farkına varması, Rusya'nın iliklerine kadar sinen köle ruhunu mezara gömmüş, 
Rusya'yı zihniyet açısından devrimci bir ülkeye dönüştürmüştü. 1905 
devrimi, ne yazık ki, iktidarı devrimci halka veremedi; sonuçta, çarlık işbaşında kaldı, büyük toprak sahiplerinin temsilcisi olan çar, iktidarı 
burjuvaziyle paylaştı. 
  Yine de, 1905 devrimi, Rusya proletaryasını ve yoksul köylülerini 1917'de iktidara taşıyan 
sosyalist Ekim Devrimi'nin provası oldu. Lenin'in, 1905 devriminde gördüğü iki temel eksiklik, yani, 1) kitlelerin yeterince sebatlı 
olmayışı, burjuvaziye, burjuvazinin kâhyalarına kolayca güvenmesi, 2) ordu içindeki devrimcilerin yeterince örgütlü ve bilinçli olamayışı, şu 
anda Tunus ve Mısır devrimlerinde de göze çarpıyor. 
  Yine de, milyonlarca insanın kapitalist diktatörlerini 
devirecek bir ayaklanmayı gerçekleştirmiş olması, Tunus ve Mısır'da taşları öylesine yerinden oynattı ki, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. 
Emperyalizmin, hem bu ülke halklarını, hem Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı, hem de Tunus ve Mısır devrimlerini örnek alarak sokaklara ve meydanlara 
çıkan dünya halklarını zaptetmesi hiç de kolay olmayacak. Dünya kapitalist sistemine egemen soyguncuları ve işbirlikçilerini çok daha 
zor günler bekliyor. 
  Türkiye'de 1950'lerin ortalarında başlayan devrimci yükseliş döneminde, Amerikancı kapitalist 
Bayar Menderes diktatörlüğüne karşı yaygın gençlik ve halk 
hareketleri sonucunda açığa çıkan devrimci enerji, bu konuda bir fikir 
verebilir. Demokrat Parti iktidarı, bizzat halk tarafından değil, söz 
konusu hareketlerden yararlanan burjuvazinin bir kesimi tarafından 
gerçekleştirilen 27 Mayıs askerî darbesiyle yıkıldığı hâlde, iktidar 
duvarında açılan çatlaktan içeriye, 1960'ların ve 1970'lerin güçlü işçi 
sınıfı, emekçi halk ve gençlik hareketleri girdi. Devrim ve sosyalizm 
kavramları ülkenin en ücra köşelerine kadar ulaştı. Amerikancı büyük 
kapitalistler, bozulan dengeyi tekrar kurabilmek için yirmi yıl uğraştı, 
işçi sınıfını ve dostlarının devrimci iradesini kırmak için 12 Mart 1971 
ve 12 Eylül 1980 faşist darbelerini de içeren kanlı bir dönemi başlattı. 
  Altıncısı, Tunus ve Mısır devrimleri altı ayı 
henüz doldurdu. Süreç devam ediyor, devrim ve karşıdevrim arasındaki 
kapışma hâlâ çok sıcak. Devrimci süreç bir günün, bir ayın, birkaç ayın 
işi değildir; inişleri, çıkışları, devrimin ve karşıdevrimin karşılıklı 
hamleleriyle uzayan bir dönemdir. Tunus ve Mısır'da son sözler henüz 
söylenmedi. Son sözü işçi sınıfının, şehir ve köy emekçilerinin, 
devrimci gençliğin söylemesini umut etmeli ve onların zaferini 
kolaylaştırmak için de kendi ülkemizde devrimci mücadeleyi yükseltmeye 
çalışmalıyız. 
   *** 
   Tunus ve 
Mısır'daki büyük halk ayaklanmalarının ortaya çıkardığı devrimci 
imkânları görmemek, Tunus ve Mısır halk devrimlerini alay konusu yapmak, 
devrimcilikten nasibini alamamış ruhsuz seçkinlerin işidir. Devrime 
bürokratik bir yaklaşımı, bağımsız kitle eyleminden duyulan korkuyu, 
işçi sınıfını ve emekçileri içten içe (ve hatta açıkça) küçümsemeyi 
ortaya koyan bu tutumu kesinliklikle reddetmeliyiz. SİP'in hilesini teşhir etmek kaçınılmaz bir görev olarak önümüzde duruyor.