Dünyada
her yıl yaklaşık 250 milyon iş kazası ve 160 milyon meslek
hastalığı ortaya çıkmaktadır. 400 milyonun üzerindeki
olaylardan 1,2 milyon işçi yaşamını kaybetmektedir. Bu
verdiğimiz birkaç basit rakam, aslında büyük bir yıkımı
göstermektedir. Çünkü, tarih sahnesinde, bu denli büyük
vakitsiz ölümlere yol açan, ne savaş ne de doğal afet vardır.
|
TÜRKİYE
|
KENT
|
KIR
|
2006
|
2007
|
2006
|
2007
|
2006
|
2007
|
Kurumsal
olmayan sivil nüfus (000)
|
68
133
|
68
897
|
42
587
|
43
481
|
25
546
|
25
416
|
15
ve daha yukarı yaştaki nüfus (000)
|
48
485
|
49
215
|
30
703
|
31
476
|
17783
|
17
739
|
İşgücü
(000)
|
23
250
|
23
523
|
13
965
|
14
292
|
9
285
|
9
230
|
İstihdam
(000)
|
20
954
|
21
189
|
12
275
|
12
593
|
8
679
|
8
596
|
İşsiz
(000)
|
2
295
|
2
333
|
1
691
|
1
699
|
605
|
634
|
İşgücüne
katılma oranı (%)
|
48.0
|
47.8
|
45.5
|
45.4
|
52.2
|
52.0
|
İstihdam
oranı (%)
|
43.2
|
43.1
|
40.0
|
40.0
|
48.8
|
48.5
|
İşsizlik
oranı (%)
|
9.9
|
9.9
|
12.1
|
11.9
|
6.5
|
6.9
|
Tarım
dışı işsizlik oranı (%)
|
12.6
|
12.6
|
12.5
|
12.2
|
13.2
|
13.8
|
Genç
nüfusta işsizlik oranı* (%)
|
18.7
|
19.6
|
21.5
|
21.8
|
14.1
|
15.8
|
Eksik
istihdam oranı (%)
|
3.6
|
3.2
|
3.2
|
2.7
|
4.2
|
3.8
|
Genç
nüfusta eksik istihdam oranı* (%)
|
4.0
|
3.2
|
3.1
|
2.7
|
5.5
|
4.1
|
İşgücüne
dahil olmayanlar (000)
|
25
235
|
25
692
|
16
736
|
17
184
|
8
499
|
8
509
|
*
15-24 yaş grubundaki nüfus
|
Kaynak
Tuik
|
Türkiye'de
2007 verilerine göre 1 milyon 36 bin irili ufaklı işyeri vardır.
Bu işyerlerinde; yaklaşık 23,5 milyon kadar kayıtlı-kayıtsız, örgütlü-örgütsüz işçi çalışmaktadır.
Resmi
rakamlara göre de 2,3 milyon da işsiz bulunmaktadır.
Bu
işyerlerinde kayıt edilmiş 80 bin iş kazasında 1600 işçi yaşamını kaybetmiştir. Tanısı konulmuş meslek hastalıkları ise 600 civarındadır. Kayıtlara geçmiş 9 ölüm vakası vardır.
Dünyadaki
durum ile Türkiye'dekini karşılaştırdığımızda ilginç bir
tablo ortaya çıkmaktadır. Dünyada kaydedilen iş kazası ve
meslek hastalıkları oranı 2/3 iş kazası, 1/3ü meslek
hastalığıyken, Türkiye'de her 133 iş kazasına karşın bir
meslek hastalığı kaydedilmektedir. Yani Türkiye meslek
hastalıkları bakımından dünyanın en iyi durumda olan ülkesi
gibi görülmektedir. Halbuki durum tam tersidir.
Türkiye'de
meslek hastalığı tanısı koymak arslanın ağzındaki lokmadır.
İşyeri
hekimlerinin meslek hastalıkları hakkında yeterli eğitimleri
yoktur.
İşyeri
hekimi meslek hastalığı tanısı koysa bile bunlar kayıtlara
geçmemektedir. Bir hastalığın meslek hastalığı olduğu sağlık
kuruluşlarının Sağlık Kurulları onayı ile olmaktadır. Bu
kurulların nasıl çalıştıkları koca bir yıl boyunca ülke
çapında sadece 600 kadar meslek hastalığı saptamalarından
bellidir.
İş
kazaları, aniden oluştuğu ve zararları hemen, ortaya çıktığı
için kayıtları daha doğruya yakın saptanmaktadır. Ölümlü iş
kazaları genellikle haber niteliğini taşıdığı için medyada da
yer almaktadır. Ancak iş kazaları önlemleri geçici, anlık ve
günü kurtaracak şekilde alınmaktadır. Kazaların nedenlerine ve
kaynaklarına yönelik önlemler yerine, zararlarını telafi edici
önlemler üzerinde durulmaktadır.
Hekim
nasıl davranmalı
İş
kazaları ve meslek hastalıklarının önlemlerine işyerinden
başlanır. Tezgâh başında çalışan işçinin çalışma
şartlarına bakılır. Yaptığı işten dolayı işçinin sağlığını
olumsuz etkileyecek ne var ne yok araştırılır. Kaza potansiyeli
taşıyan durumlar her çalışma ortamı için tek tek tespit
edilir.
Çalışan
işçinin kendisine sorulur.
Çalışırken
seni rahatsız eden bir durum var mı? diye.
İşçinin
kendisini çalışırken rahatsız ettiğini söylediği her şey bir
olumsuzluk, bir risktir.
Kullanılan
kimyasal maddelerden, makinelerin hareketli kısımlarından, ortama
karışan tozdan, dumandan, sıcaktan, soğuktan, ışıktan,
karanlıktan, gürültüden, çalışma pozisyonundan, yaptığı
hareketlerden ve başka pek çok nedenden işçiler olumsuz
etkilenir. Bu olumsuzlukların vücutta birikerek yaptığı
hastalıklar meslek hastalıklarıdır. Yine bu olumsuzluklar dikkat
dağınıklığı yaparak iş kazalarına da yol açar.
İş
kazası ve meslek hastalıkları önemlerinin alınması, uygulanması
ve denetlenmesi yasa ile işverenlere verilmiştir. Önlemlerin
alınması ve uygulanması sorumluluğunun işverenlere verilmesi
doğaldır. Ancak denetlemenin de işverenlere verilmesinin pratik
bir yararı ve gereği yoktur. Gerekli önlemleri almayan ve
uygulamayan bir işverenden denetleme beklemek boşuna çabadır.
Zaten alınmamış bir önlemin denetlenmesi de olmaz.
İşyeri
denetimlerinin resmi kurumu; İş Teftiş Kurulu Başkanlığıdır.
Resmi denetleme, burada görevli teftiş ve denetlemeye yetkili iş
müfettişlerince yapılır. Ancak mevcut bir milyondan fazla
işyerini denetleyebilecek ne yeterli müfettiş vardır. Ne de sıkı
bir denetlemeye istekli iş müfettişleri. İş Teftiş Kurulu
Başkanlığına bağlı halihazırda 568 müfettiş bulunmaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 250 yeni kadro açarak
sayılarını 818'e çıkaracak diye bir haber de ortalıkta
dolaşmaktadır.
Geçmiş
yıllarda, Türk-İş'i temsilen konuşmacı olduğum, uluslararası
konukların bulunduğu bir konferansta, İş Sağlığı ve Güvenliği
Merkezi yetkililerinin "Ceberut
(baskıcı) devlet olmak istemiyoruz. müfettişlerimizin baskı ve
cezalandırma yerine, özendirici, yol gösterici ve ikna edici
olmalarını istiyoruz"
şeklinde kulağa hoş gelen bir yaklaşım sergilediklerine
şahit oldum. Hatta konuşmacılar arasında bulunan bir baş iş
müfettişi yaptıkları denetimlerin gereksiz
ve yararsız olduğunu söyleyecek kadar
ileri gitti.
Resmi
görüşlere ters düşen görüşleri ifade edenler üzerinde,
sosyalistler ve komünistler üzerinde rahatlıkla ceberut olabilen
devlet, işçilerinin sağlığı konusunda ceberut olmak
istememektedir. Patronları karşılarına almak istememektedir.
Böylelikle kimlerin devleti olduğunu göstermektedirler.
İş
Sağlığı ve Güvenliği yasasıyla ve sosyal güvenlik alanındaki
yeni düzenlemelerle İş Teftiş Kurulu Başkanlığı, Sosyal
Güvenlik Kurumu Başkanlığına bağlanarak ismi de yaklaşımlarına
uygun bir şekilde Rehberlik
ve Teftiş Başkanlığı olarak
değiştirildi. Bu düzenlemeye göre artık teftiş görevinden daha
çok rehberlik görevi öne çıkarılacaktır.
Bu
yaklaşıma göre müfettişler
işverenleri önlem almaları konusunda
özendirecek,
yol gösterecek ve ikna edecektir.
Peki
işverenler önlemler konusunda duyarsız ise, ikna edilmiyor ise, ne
yapacaklardır. Süreç tersine işleyecek. Müfettişler, işverenler
tarafından denetimlerinin gereksiz olduğuna ikna edilecektir. Bizim
işimize karışma diyeceklerdir.
Süreç
tam da bu yönde işlemiş olacak ki müfettişler kendi
denetimlerinin gereksiz olduğunu dile getirir hale gelmişlerdir.
İş
kazaları ve meslek hastalıklarının zararları öncelikle
işçileredir. İşçiler, yaralanmakta, sakat kalmakta,
hastalanmakta ve ölmektedirler. O halde işyerlerinde sağlıklı ve
güvenli çalışma ortamı yaratmak için, öncelikli yetki ve
sorumluluk işçilere ve onların örgütlü gücü olan sendikalara
verilmelidir. Risk analizlerinin yaptırılması, analizler sonucunda
alınması gerekli önlemlerin uygulanması ve denetlenmesi işçilere
ve sendika temsilcilerine verilmelidir. Çünkü bu uygulama ve
denetlemeler sonucunda işçiler daha güvenli çalışma ortamlarına
kavuşacak, kazalardan ve hastalıklardan daha uzak çalışacaklardır.
İşyerinin
sağlıksız ortamından kaynaklanan iş kazaları ve meslek
hastalıklarının ekonomik boyutu ise işverenlere fatura edilir.
Kaza sonucunda yaralanan işçiler tedavileri sonuçlanıncaya kadar
üretimden düşerler. Kaza ve yaralanmalar çalışan diğer
işçilerin verimliliklerine de olumsuz yansır. İsteksiz, moralsiz
ve yavaş çalışırlar. Yine ortamın çalışmaya elverişsiz
şartları verimlilik üzerine olumsuz yansır.
İLO'nun
kurallarına göre
kayıp iş günü; geçici veya sürekli iş
görmezlikle, maluliyetle sonuçlanan kazalar sonrasında olay
gününden istirahatin sona erip çalışılmaya başlanılan güne
kadar geçen çalışılmayan iş günü sayısıdır.
Kayıp iş
günü hesaplanırken, kazaya uğrayan kişinin olay günü/veya
ertesi gün istirahat alıp 3. gün işbaşı yapması halinde ilk
iki işgünü dikkate alınmamaktadır. Ancak 3. işgünü ve
sonrasında istirahat sona ererek işbaşı yapılmışsa kayıp iş
günü sayısı, kayıtlara geçer.
Ölümle
sonuçlanan iş kazalarında kayıp iş günü sayısı 7500 olarak
hesaplanmaktadır.
İstatistik
verilere göre Türkiye'de her yıl yaklaşık 80-100 bin işgünü
kaybı ortaya çıkmaktadır.
Bu
kayıplara işverenlerin tazminat cezalarını da ilave ettiğimizde
kayıpların boyutu daha da büyümektedir.
Sonuç
olarak akıllı bir işveren; rahat ve güvenli bir çalışma ortamı
yaratırken yapacağı masraflardan daha kârlı bir iş yaptığının
farkına varmalıdır mantıken bakıldığında. Ancak, işçi
ücretleri o kadar düşük ve kayıtdışılık o kadar yaygın ki,
işverenler, sosyal bir varlık olarak işçinin sağlıklı bir
ortamda çalışabilmesi için masraf yapmaktansa, insanlarımızın
hayatını kaybetmesini bile göze alabilmektedirler.
Türkiye'de
yakın zamanda ölümlü iş kazaları medyada yer aldı. Ancak bu
kazaların gündeme gelişlerinin arka planında bir takım ekonomik
çıkarların yattığını düşünmekteyim. Örneğin
Bayrampaşa'daki patlamada 23 ölüm ve pek çok yaralanma olmasına
karşın muhalif yayınlar haricinde medyada yeteri kadar yer
verilmedi. Olayın arka planı aydınlatılmadı. Çünkü resmî
görevlilerin ihmali ön plandaydı. Bu savaş ortamında o kadar
fazla patlayıcının resmî görevlilerin bilgisi dışında bir
araya getirilebilmesi olanaksız gibi görülmektedir.
Yine
kanayan bir yaramız olan Tuzla'daki iş kazası sonucu ölümler,
burada çalışan işçilerin ne oranda sömürüldüklerini de
ortaya çıkardı. Büyük tonajlı gemi yapımları ile tersane
sahipleri büyük kârlar elde ederken, 35-40 YTL gündelikle,
sigortasız, sendikasız, günde 10-11 saat çalışan on binlerce
işçinin olduğunun farkına vardık. Kayıtlara geçmeyen ölümlü
iş kazalarına şahit olduk. Denize düşüp yaşamını kaybeden
bir işçinin günlerce sonra deniz altından cesedinin çıkarıldığını
gördük.
Çalışma
şartlarında bu denli yüksek riskler varken Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı tersane sahipleri ile protokol
imzaladıklarının propagandasını yaptı durdu. Protokolün
içeriğine baktığımızda işçilerin eğitimlerinin ön plana
çıkarıldığını gördük.
Yani
işçiler eğitilecek, eğitimler sonucunda kişisel koruyucuları
kullanacak ve böylece kazalar önlenecek diye düşünüyorlardı.
Halbuki kişisel koruyucular iş kazalarının önlenmesindeki en son
çaredir. Kafasına tonlarca ağırlıkta yük düşen bir işçinin
bareti olsa da sonuç değişmez. Zehirli dumanların olduğu bir
ortamda toz maskesi kullanmanın fazlaca bir yararı yoktur.
İşçilere
verilecek eğitimlerle işçinin kişisel koruyucuları kullanması
gerektiğini bilmesi kaza oluşumlarını önlemez.
Günde 12
saat çalışan, 35 YTL yevmiye alan bir işçide tükenmişlik
sendromu ortaya çıkacaktır. Böyle bir işçi, siz ona ne
anlatırsanız anlatın, kaza yapmaya müsait bir işçidir.
Halbuki;
asıl olan tehlikeleri kaynağında kurutmaktır. Riskler kaynağında
kurutulamıyor ise ortam iyileştirilmelidir. Ortam için de önlem
alma olanağı yok ise ancak o zaman işçide önlem alınır. İşçi
bireysel olarak eğitilir, kişisel koruyucuları kullanması
sağlanır.
Tuzla'da
kaynağa yönelik, ortama yönelik pek çok önlem alınabilecekken,
en ucuz ve en son yapılması gereken önlemler üzerinden protokol
imzalanmıştır. Pratik bir yararının olmayacağını da -umarız
bizim öngörümüzün tersi çıkar ama- hep beraber göreceğiz.
Kazasız,
belasız, hastalıksız günler dileği ile.