Sosyalist Dergi: 24 |  Ahmet Ekinci |
İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları

Dünyada her yıl yaklaşık 250 milyon iş kazası ve 160 milyon meslek hastalığı ortaya çıkmaktadır. 400 milyonun üzerindeki olaylardan 1,2 milyon işçi yaşamını kaybetmektedir. Bu verdiğimiz birkaç basit rakam, aslında büyük bir yıkımı göstermektedir. Çünkü, tarih sahnesinde, bu denli büyük vakitsiz ölümlere yol açan, ne savaş ne de doğal afet vardır.



TÜRKİYE


KENT


KIR


2006


2007


2006


2007


2006


2007


Kurumsal olmayan sivil nüfus (000)


68 133


68 897


42 587


43 481


25 546


25 416


15 ve daha yukarı yaştaki nüfus (000)


48 485


49 215


30 703


31 476


17783


17 739


İşgücü (000)


23 250


23 523


13 965


14 292


9 285


9 230


İstihdam (000)


20 954


21 189


12 275


12 593


8 679


8 596


İşsiz (000)


2 295


2 333


1 691


1 699


605


634


İşgücüne katılma oranı (%)


48.0


47.8


45.5


45.4


52.2


52.0


İstihdam oranı (%)


43.2


43.1


40.0


40.0


48.8


48.5


İşsizlik oranı (%)


9.9


9.9


12.1


11.9


6.5


6.9


Tarım dışı işsizlik oranı (%)


12.6


12.6


12.5


12.2


13.2


13.8


Genç nüfusta işsizlik oranı* (%)


18.7


19.6


21.5


21.8


14.1


15.8


Eksik istihdam oranı (%)


3.6


3.2


3.2


2.7


4.2


3.8


Genç nüfusta eksik istihdam oranı* (%)


4.0


3.2


3.1


2.7


5.5


4.1


İşgücüne dahil olmayanlar (000)


25 235


25 692


16 736


17 184


8 499


8 509


* 15-24 yaş grubundaki nüfus


Kaynak Tuik



Türkiye'de 2007 verilerine göre 1 milyon 36 bin irili ufaklı işyeri vardır. Bu işyerlerinde; yaklaşık 23,5 milyon kadar kayıtlı-kayıtsız, örgütlü-örgütsüz işçi çalışmaktadır.

Resmi rakamlara göre de 2,3 milyon da işsiz bulunmaktadır.

Bu işyerlerinde kayıt edilmiş 80 bin iş kazasında 1600 işçi yaşamını kaybetmiştir. Tanısı konulmuş meslek hastalıkları ise 600 civarındadır. Kayıtlara geçmiş 9 ölüm vakası vardır.

Dünyadaki durum ile Türkiye'dekini karşılaştırdığımızda ilginç bir tablo ortaya çıkmaktadır. Dünyada kaydedilen iş kazası ve meslek hastalıkları oranı 2/3 iş kazası, 1/3ü meslek hastalığıyken, Türkiye'de her 133 iş kazasına karşın bir meslek hastalığı kaydedilmektedir. Yani Türkiye meslek hastalıkları bakımından dünyanın en iyi durumda olan ülkesi gibi görülmektedir. Halbuki durum tam tersidir.

Türkiye'de meslek hastalığı tanısı koymak arslanın ağzındaki lokmadır.

İşyeri hekimlerinin meslek hastalıkları hakkında yeterli eğitimleri yoktur.

İşyeri hekimi meslek hastalığı tanısı koysa bile bunlar kayıtlara geçmemektedir. Bir hastalığın meslek hastalığı olduğu sağlık kuruluşlarının Sağlık Kurulları onayı ile olmaktadır. Bu kurulların nasıl çalıştıkları koca bir yıl boyunca ülke çapında sadece 600 kadar meslek hastalığı saptamalarından bellidir.

İş kazaları, aniden oluştuğu ve zararları hemen, ortaya çıktığı için kayıtları daha doğruya yakın saptanmaktadır. Ölümlü iş kazaları genellikle haber niteliğini taşıdığı için medyada da yer almaktadır. Ancak iş kazaları önlemleri geçici, anlık ve günü kurtaracak şekilde alınmaktadır. Kazaların nedenlerine ve kaynaklarına yönelik önlemler yerine, zararlarını telafi edici önlemler üzerinde durulmaktadır.


Hekim nasıl davranmalı

İş kazaları ve meslek hastalıklarının önlemlerine işyerinden başlanır. Tezgâh başında çalışan işçinin çalışma şartlarına bakılır. Yaptığı işten dolayı işçinin sağlığını olumsuz etkileyecek ne var ne yok araştırılır. Kaza potansiyeli taşıyan durumlar her çalışma ortamı için tek tek tespit edilir.

Çalışan işçinin kendisine sorulur.

Çalışırken seni rahatsız eden bir durum var mı? diye.

İşçinin kendisini çalışırken rahatsız ettiğini söylediği her şey bir olumsuzluk, bir risktir.

Kullanılan kimyasal maddelerden, makinelerin hareketli kısımlarından, ortama karışan tozdan, dumandan, sıcaktan, soğuktan, ışıktan, karanlıktan, gürültüden, çalışma pozisyonundan, yaptığı hareketlerden ve başka pek çok nedenden işçiler olumsuz etkilenir. Bu olumsuzlukların vücutta birikerek yaptığı hastalıklar meslek hastalıklarıdır. Yine bu olumsuzluklar dikkat dağınıklığı yaparak iş kazalarına da yol açar.

İş kazası ve meslek hastalıkları önemlerinin alınması, uygulanması ve denetlenmesi yasa ile işverenlere verilmiştir. Önlemlerin alınması ve uygulanması sorumluluğunun işverenlere verilmesi doğaldır. Ancak denetlemenin de işverenlere verilmesinin pratik bir yararı ve gereği yoktur. Gerekli önlemleri almayan ve uygulamayan bir işverenden denetleme beklemek boşuna çabadır. Zaten alınmamış bir önlemin denetlenmesi de olmaz.

İşyeri denetimlerinin resmi kurumu; İş Teftiş Kurulu Başkanlığıdır. Resmi denetleme, burada görevli teftiş ve denetlemeye yetkili iş müfettişlerince yapılır. Ancak mevcut bir milyondan fazla işyerini denetleyebilecek ne yeterli müfettiş vardır. Ne de sıkı bir denetlemeye istekli iş müfettişleri. İş Teftiş Kurulu Başkanlığına bağlı halihazırda 568 müfettiş bulunmaktadır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 250 yeni kadro açarak sayılarını 818'e çıkaracak diye bir haber de ortalıkta dolaşmaktadır.

Geçmiş yıllarda, Türk-İş'i temsilen konuşmacı olduğum, uluslararası konukların bulunduğu bir konferansta, İş Sağlığı ve Güvenliği Merkezi yetkililerinin "Ceberut (baskıcı) devlet olmak istemiyoruz. müfettişlerimizin baskı ve cezalandırma yerine, özendirici, yol gösterici ve ikna edici olmalarını istiyoruz" şeklinde kulağa hoş gelen bir yaklaşım sergilediklerine şahit oldum. Hatta konuşmacılar arasında bulunan bir baş iş müfettişi yaptıkları denetimlerin gereksiz ve yararsız olduğunu söyleyecek kadar ileri gitti.

Resmi görüşlere ters düşen görüşleri ifade edenler üzerinde, sosyalistler ve komünistler üzerinde rahatlıkla ceberut olabilen devlet, işçilerinin sağlığı konusunda ceberut olmak istememektedir. Patronları karşılarına almak istememektedir. Böylelikle kimlerin devleti olduğunu göstermektedirler.

İş Sağlığı ve Güvenliği yasasıyla ve sosyal güvenlik alanındaki yeni düzenlemelerle İş Teftiş Kurulu Başkanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına bağlanarak ismi de yaklaşımlarına uygun bir şekilde Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı olarak değiştirildi. Bu düzenlemeye göre artık teftiş görevinden daha çok rehberlik görevi öne çıkarılacaktır.

Bu yaklaşıma göre müfettişler işverenleri önlem almaları konusunda özendirecek, yol gösterecek ve ikna edecektir.

Peki işverenler önlemler konusunda duyarsız ise, ikna edilmiyor ise, ne yapacaklardır. Süreç tersine işleyecek. Müfettişler, işverenler tarafından denetimlerinin gereksiz olduğuna ikna edilecektir. Bizim işimize karışma diyeceklerdir.

Süreç tam da bu yönde işlemiş olacak ki müfettişler kendi denetimlerinin gereksiz olduğunu dile getirir hale gelmişlerdir.

İş kazaları ve meslek hastalıklarının zararları öncelikle işçileredir. İşçiler, yaralanmakta, sakat kalmakta, hastalanmakta ve ölmektedirler. O halde işyerlerinde sağlıklı ve güvenli çalışma ortamı yaratmak için, öncelikli yetki ve sorumluluk işçilere ve onların örgütlü gücü olan sendikalara verilmelidir. Risk analizlerinin yaptırılması, analizler sonucunda alınması gerekli önlemlerin uygulanması ve denetlenmesi işçilere ve sendika temsilcilerine verilmelidir. Çünkü bu uygulama ve denetlemeler sonucunda işçiler daha güvenli çalışma ortamlarına kavuşacak, kazalardan ve hastalıklardan daha uzak çalışacaklardır.

İşyerinin sağlıksız ortamından kaynaklanan iş kazaları ve meslek hastalıklarının ekonomik boyutu ise işverenlere fatura edilir. Kaza sonucunda yaralanan işçiler tedavileri sonuçlanıncaya kadar üretimden düşerler. Kaza ve yaralanmalar çalışan diğer işçilerin verimliliklerine de olumsuz yansır. İsteksiz, moralsiz ve yavaş çalışırlar. Yine ortamın çalışmaya elverişsiz şartları verimlilik üzerine olumsuz yansır.

İLO'nun kurallarına göre kayıp iş günü; geçici veya sürekli iş görmezlikle, maluliyetle sonuçlanan kazalar sonrasında olay gününden istirahatin sona erip çalışılmaya başlanılan güne kadar geçen çalışılmayan iş günü sayısıdır.

Kayıp iş günü hesaplanırken, kazaya uğrayan kişinin olay günü/veya ertesi gün istirahat alıp 3. gün işbaşı yapması halinde ilk iki işgünü dikkate alınmamaktadır. Ancak 3. işgünü ve sonrasında istirahat sona ererek işbaşı yapılmışsa kayıp iş günü sayısı, kayıtlara geçer.

Ölümle sonuçlanan iş kazalarında kayıp iş günü sayısı 7500 olarak hesaplanmaktadır.

İstatistik verilere göre Türkiye'de her yıl yaklaşık 80-100 bin işgünü kaybı ortaya çıkmaktadır.

Bu kayıplara işverenlerin tazminat cezalarını da ilave ettiğimizde kayıpların boyutu daha da büyümektedir.

Sonuç olarak akıllı bir işveren; rahat ve güvenli bir çalışma ortamı yaratırken yapacağı masraflardan daha kârlı bir iş yaptığının farkına varmalıdır mantıken bakıldığında. Ancak, işçi ücretleri o kadar düşük ve kayıtdışılık o kadar yaygın ki, işverenler, sosyal bir varlık olarak işçinin sağlıklı bir ortamda çalışabilmesi için masraf yapmaktansa, insanlarımızın hayatını kaybetmesini bile göze alabilmektedirler.

Türkiye'de yakın zamanda ölümlü iş kazaları medyada yer aldı. Ancak bu kazaların gündeme gelişlerinin arka planında bir takım ekonomik çıkarların yattığını düşünmekteyim. Örneğin Bayrampaşa'daki patlamada 23 ölüm ve pek çok yaralanma olmasına karşın muhalif yayınlar haricinde medyada yeteri kadar yer verilmedi. Olayın arka planı aydınlatılmadı. Çünkü resmî görevlilerin ihmali ön plandaydı. Bu savaş ortamında o kadar fazla patlayıcının resmî görevlilerin bilgisi dışında bir araya getirilebilmesi olanaksız gibi görülmektedir.

Yine kanayan bir yaramız olan Tuzla'daki iş kazası sonucu ölümler, burada çalışan işçilerin ne oranda sömürüldüklerini de ortaya çıkardı. Büyük tonajlı gemi yapımları ile tersane sahipleri büyük kârlar elde ederken, 35-40 YTL gündelikle, sigortasız, sendikasız, günde 10-11 saat çalışan on binlerce işçinin olduğunun farkına vardık. Kayıtlara geçmeyen ölümlü iş kazalarına şahit olduk. Denize düşüp yaşamını kaybeden bir işçinin günlerce sonra deniz altından cesedinin çıkarıldığını gördük.

Çalışma şartlarında bu denli yüksek riskler varken Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tersane sahipleri ile protokol imzaladıklarının propagandasını yaptı durdu. Protokolün içeriğine baktığımızda işçilerin eğitimlerinin ön plana çıkarıldığını gördük.

Yani işçiler eğitilecek, eğitimler sonucunda kişisel koruyucuları kullanacak ve böylece kazalar önlenecek diye düşünüyorlardı. Halbuki kişisel koruyucular iş kazalarının önlenmesindeki en son çaredir. Kafasına tonlarca ağırlıkta yük düşen bir işçinin bareti olsa da sonuç değişmez. Zehirli dumanların olduğu bir ortamda toz maskesi kullanmanın fazlaca bir yararı yoktur.

İşçilere verilecek eğitimlerle işçinin kişisel koruyucuları kullanması gerektiğini bilmesi kaza oluşumlarını önlemez.

Günde 12 saat çalışan, 35 YTL yevmiye alan bir işçide tükenmişlik sendromu ortaya çıkacaktır. Böyle bir işçi, siz ona ne anlatırsanız anlatın, kaza yapmaya müsait bir işçidir.

Halbuki; asıl olan tehlikeleri kaynağında kurutmaktır. Riskler kaynağında kurutulamıyor ise ortam iyileştirilmelidir. Ortam için de önlem alma olanağı yok ise ancak o zaman işçide önlem alınır. İşçi bireysel olarak eğitilir, kişisel koruyucuları kullanması sağlanır.

Tuzla'da kaynağa yönelik, ortama yönelik pek çok önlem alınabilecekken, en ucuz ve en son yapılması gereken önlemler üzerinden protokol imzalanmıştır. Pratik bir yararının olmayacağını da -umarız bizim öngörümüzün tersi çıkar ama- hep beraber göreceğiz.

Kazasız, belasız, hastalıksız günler dileği ile.



 
Yazarın Diğer Yazıları
 Kemal Burkay Nereye?
 Küresel Krizde Yeni Dönemeç*
 SİP'in Hilesi
 Eski Sosyalist Ülkelerde Komünistler ve İşçiler / Peter GOWAN
 Koruyucu Sağlık Hizmetleri ve Aşılar
 Belediyelerin Görev, Yetki, Sorumluluk ve İmtiyazları
 Patronlara İstihdam Paketi Piyangosu
 Gündem
 İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları
 Uygarlık
 Sağlık ve Sosyal Güvenlikte Gelinen Nokta
 İşsizlik Sigortası Emekçilere Aittir