Bu gördüğünüz kupür Türkiye'deki en Amerikancı gazetelerin
birinde çıktı. Şimdi diyeceksiniz ki Türkiye'de büyük
medyaya dahil olup da ABD sempatisi taşımayan mı var? Haklısınız
da, bu gazetenin adı Habertürk (gerçi artık adı değişti, Yarın
oldu) ve de kurucusu, para vereni, sahibi, başyazarı, genel yayın
yönetmeni, ıvırı zıvırı Ufuk Güldemir adlı bir Türkconi.
Yani gazetenin adı Türk, sahibi coni; öyle bir şey işte.
Ta gençliğinden beri istikbalini ABD egemenlerinin her dediğini ayet
okur gibi tekrarlamakta gören bir şahsiyet. Bu Türkconi'nin
gazetesi, ABD'nin Irak saldırısı öncesinde kamuoyunu bu
saldırının haklılığına inandırmak ve emperyalistlere
meşruiyet sağlamak için ne gerekiyorsa yapıyordu. Uzun zamandır
elimizde beklettiğimiz bu haber de onlardan biri. Bu haber Irak
askerlerinin ne kadar kötü kıyafetler giydiğinden bahsederek, o
her iklime uygun ve de modern giysiler içindeki Amerikalılarla asla
baş edemeyeceğini ima ediyor.
Zaten bu kıyafet meselesi biliyorsunuz çok mühim. Değerli
anti-emperyalistimiz İlhan Selçuk abimiz de Arap kadınlarıyla
Amerikalı askerin giysisini karşılaştırmış ve doğal olarak
modern kıyafetli ABD'linin haklılığına lafı getirmişti.
Neyse konuyu dağıtmayayım.
Bu Türkconi'lerin gazetesindeki müthiş atlatma haberin son
cümlesine dikkatinizi çekmek isterim. Bu askerler Amerika'yla
savaşacak'. Sonuna bir tek kahkaha efekti koymadığı kalmış.
Bu iğrenç insanlara ilkokulda öğrendikleri Kurtuluş Savaşı
destanlarını hatırlatsak, yalınayak köylülerin direnişlerini
aktarsak, işe yarar mı dersiniz?
Peki, bu ABD sevdalıları Irak'ın şu andaki hali için ne düşünüyorlar
acaba? O kötü kıyafetli Iraklılar her gün birkaç askeri
öldürüyor. Acaba bu Amerikalıların modern asker giysileri o
denli çok işlevli ki, aynı zamanda kefen niyetine de mi
kullanılıyor? Irak halkının postalı yok, gece görüş dürbünü
yok, bir atışta binlerce insanı öldüren silahları yok, ama
direniş gücü var, işgalcileri ülkelerinden kovma kararları var,
ya "istiklal ya ölüm" şiarları var. Onlar ABD conisini
halletsinler, Türkconisini halletmek bizim işimiz olsun.
Son günlerde medyada sık sık gündeme gelen ve özelleştirmenin
kelimenin tam anlamıyla "sınır tanımayan" boyutunun nerelere
vardığına bir göz atalım. Hükümet adeta bir gayrimenkul
tüccarına dönmüş vaziyette! Bir emlakçı mantığı ile o
işhanı, bu büro, yok olmadı şu çarşı öteki plaj, bir bir
satışa sunuyor! Bildiğiniz gibi hükümet, ikinci parti hazine
arazi denilen, yani öteki adıyla "elde avuçta ne kaldıysa"
türündeki hazineye ait gayrimenkuller olan arsa, ormanlık alan ve
köyleri özel şahıslara ve şirketlere satışa sundu.
Özelleştirmeyi savunanlar bu olayı yalnızca bir teknik mesele
gibi göstermeye çalışıyorlar. Yani ne var bunda; söz konusu
olan yalnızca bu arazilerin mülkiyet değiştirmesiymiş, daha önce
devlete ait olanlar şimdi özel kişilerin mülkiyeti geçiyormuş,
yani bu kadar basitmiş! Mülkiyetin el değiştirmesini bu kadar
basit gibi göstermeye çalışan bu kesimlerin, mülkiyete ne kadar
düşkün olduklarını herhalde belirtmeye gerek yoktur. Öyleyse bu
kadar mülkiyete önem verenlere şunu sormak lazım: Bu mülkler
devlete, yani dolayısıyla halka ait olduğuna göre, nasıl halka
sorulmadan satılabiliyorlar? Sorunun cevabını duyar gibiyiz.
"Sanki halka soran mı var?"
İşte mesele de burada.. Bu araziler, yollar, köyler, ormanlık alanlar
halka rağmen, satılamazlar. Bu satışlar haksızdır. Bu satışlar
önce PTT'nin T'si ile başlamıştı, sonra büyük kârları
olan ama zarar ediyor zırvasıyla pompalanan POAŞ'ın satışı
gerçekleşmişti, şimdilerde PETKİM vs. gibi kuruluşlarla devam
ediyor özelleştirmeler. Halka ait ne var ne yok teker teker elden
çıkarılıyor. Şimdi ise bu defa kamuya açık, kamu yararına
işletilmesi gereken arazilerden tutun da, binalara, işhanlarına,
hatta okullara, plajlara, koylara, limanlara, otogarlara kadar uzandı
satma işi. Düşünsenize, artık bu saydığımız yerlerden para
ödemeden yararlanamayacağız. Tüm bunların karayollarını, oto
yolları, demir yollarını, hava yollarını, köprüleri satmaktan
ne farkı var? (Hatırlatalım Türk hava yolları da
özelleştirilecek kuruluşlar arasında). Şimdi yeni durumda,
yakında, köprülerden, karayollarından, otoyollardan vergi alan,
her köprü geçişinde ödeme yaptığımız devlet yerine özel
şirketlere, hatta özel kişilere ödeme yapacağız anlamına
gelir. Bir önceki kuşağın dilinde "hava bedava, su bedava"
şarkısı vardı. Herhalde, özellikle büyükşehirlerde, suyun
parasız olduğunu genç kuşak hiç görmedi. Bizden sonraki kuşak
da havaya para ödeyecek, yani yok öyle hava bedava, su bedava,
hepsi paralı olacak. Ama eskiden hiç olmazsa, ödenen her kuruş
verginin "yol, su, elektrik, okul" olarak halka geri dönme umudu
vardı. Ama artık "yolun, suyun, elektriğin, okulun" kendisi de
satılıyor. Halka ne kaldı?
Jet gibi uçuyorlar!
Bunu biliyor muydunuz? Amerika'nın Holivut burjuvalarından ve de jet
sosyetesinin görgüsüzlerinden Brad Pitt ve saygıdeğer eşi
Jennifer Aniston, yalnızca "bakım" için ayda 1 milyon 600 bin
dolar harcıyormuş. Türk lirasına vurunca kaç para yapıyor siz
kendiniz hesaplayın.
Kimi insan vardır, sosyalizm düşüncesi ona uzaktır, sosyalizmin
"eşitlik", "adalet" ve "özgürlük" kavramlarını
algılayamaz. Dahası garipser ve küçümser, bu değerler ona uzak
gelir, ama örneğin "televole"lerde anlatılan hayatları
günbegün takip eder, orada gördüğü ucubeleri garipsemez,
gördüğü hayatlara gıpta ile bakar. Televolelere büyülenmişcesine
bakanların, asıl buradaki yaşamın garipsenmesi gerektiğini
düşünebilmeleri için bu rüyadan uyandırılmaları gerekir.
Olağanüstü servet ve para birikimlerini salt sinema, müzik, reklam, dizi
prodüksiyonunun yapıldığı bu piyasadan sağlayan ve "star"
denilen bu kesimin yaşam tarzı sıradan emekçilerin hayalinde bile
göremeyeceği zenginlik, bolluk ve israfla içiçedir. Gerek
Hollywood sinemasının, gerekse Sony, Maxell gibi müzik
şirketlerinin gözdesi önde gelen ünlü artistlerden kimisinin
serveti, orta büyüklükteki bir ülkenin gayri safi milli
hasılasının birkaç misli büyüklüğünde olabiliyor.
Ama
şunu herkes bilecek ki, eğer bu dünyada yaşıyorsan, tüm
insanlığın ortak havasını teneffüs ediyorsan, suyunu içip bu
yeryüzü toprağında üretilmiş besinlerle hayatını devam
ettiriyorsan, böyle harcama ya-pa-maz-sın. İşte o kadar. Hiç
kimse, insanlar açken, temiz bir su içme imkânından yoksunken,
başını sokacak bir çatısı yokken, size ne ben kazandım, ben
yerim' diyemez. Diyemeyecek. Dedirtmeyeceğiz.
İnsanlık, bu kadar harcama yapanların insanlık suçu işlediğini bilincine
çıkartana kadar, ben bir gecede birkaç asgari ücretlinin aylık
maaşı kadar harcama yaparım' deme marifetini gösteren
ahlâksızları arasından def edene kadar mücadele devam edecek.
Yoksulluk, emeğiyle geçinmek, kıt kanaat bir gelire sahip olmak
onurlu bir iştir, her işçi, emekçi bu durumuyla övünür. Tersi,
yani her gece sınırsız harcama yapmak, insanlar yarın ne yerim
kaygısı güderken evinin lüksüne milyarlar harcamaktır ayıp
olan, utanmazca olan. Bu da çok uzak olmayan bir günde değişecek.
Kimdir bilinçsiz yoksul sorusuna, içinde bulunduğu sınıfın bilincine
varıp bu uçurumu, bu eşitsizliği ortadan kaldırmak için
mücadele etmesi gerekirken bu durumu olağan karşılayanlardır
cevabını vermek gerekir. Ama bilinçli işçi sınıfı asla bu
israfa, bu adaletsizliğe göz yumamaz. İşçi sınıfının
biliminde bir yanda bebeği için süt bulamayan ve sefalet yaşayan
analar varken, bunlar için mücadele vermeyip televole hayatlara
özenen, gıpta ile bakan anlayışa yer yoktur.
Yalnızca sosyalizm, bu muazzam uçuruma, emekçi sınıflarla asalak
sınıfların yaşam tarzındaki böylesi haksız, adaletsiz farkı
ortadan kaldıracaktır. Bu nedenle sosyalizm mücadelesini
yükseltmek için haydi safları sıklaştıralım. [f.ş.]