Sosyalist Dergi: 14 |  ÜRÜN |
Amerikancılığın İflası - 11 Ağustos 2003

     Amerikan askerleri Türk ordusunun Irak'ın Süleymaniye şehrinde 1995'ten beri kullandığı irtibat bürosunu 4 Temmuz 2003 günü bastı, bürodaki silahlara, patlayıcılara, gizli belgelere, paraya el koydu ve 11 Türk subayını esir alarak önce Kerkük'e, ardından da Bağdat'a götürdü. 3 gün boyunca Amerikan yetkilileri tarafından sorgulanan subaylar, Türk ve Amerikan yetkilileri arasındaki pazarlıklardan sonra serbest bırakıldı.


     Bu olay, Türk egemen sınıflarının 1946 yılından bu yana sürdürdüğü Amerikan işbirlikçiliği politikasının iflasını belgeleyen çarpıcı bir simgedir. İşbirlikçi oligarşinin yaklaşık altmış yıldır sürdürdüğü teslimiyetçi politikaların Türkiye'yi getirdiği nokta işte budur. Kapitalist ve militarist kodamanlarımızın iman ettiği kapitalizm dininin tanrısı Amerika, Türk ordusunu ve Türkiye'yi ağır biçimde aşağılamış ve küçük düşürmüştür. Yarım yüzyılı geçkin bir süre Amerikan tanrısına kayıtsız şartsız tapınmanın karşılığı, ulusal onurumuzun hoyratça çiğnenmesi olmuştur. İşbirlikçilerin "dost Amerika"sının, Türkiye'nin düşmanı, "müttefik Amerika"sının Türk ordusunun hasmı, "stratejik ortak Amerika"sının iliğine kadar sömürdüğü emektar hizmetçisini kafası kızdığı anda sille tokat kapının önüne koyan acımasız patron olduğu gerçeği ortaya çıkmıştır.
     İşbirlikçi burjuvazinin "Türkiye'yi küçük Amerika yapacağız" sloganını bayrak edinerek Türkiye'yi sömürgeleştirdiği, işçi ve emekçi sınıfları katmerli sömürünün kucağına attığı, ülkeyi Amerikan emperyalizminin Ortadoğu'ya ve dünyaya egemen olma planları kapsamında bölge ve dünya halklarına karşı ileri bir karakol durumuna getirdiği, Mehmetçiğin kanını Amerikan tekellerinin menfaatleri için akıttığı bütün çıplaklığıyla gözler önüne serilmiştir.

     Olayın Kaynağı
     Türk subaylarının esir edilmesi, Irak'ı işgal eden Amerikan emperyalizminin doğrudan doğruya kendi kontrolü altında bulunmayan her etkinliğe son verme ve Irak işleri konusunda tek ve mutlak söz sahibi olma hedefinin bir göstergesidir.
     Türk silahlı kuvvetlerinin Irak'taki varlığı, Irak Kürt bölgesini Körfez savaşından sonra meşru Irak hükümetinin kontrolü dışına çıkaran ABD'yle varılmış bir mutabakatın sonucuydu. Türkiye, Amerika'nın ve İngiltere'nin gayri meşru Çekiç Güç ve Keşif Gücü harekâtlarına destek veriyor ve karşılığında, "bölücü teröristleri sınırları dışında takip ve imha etmek" gerekçesiyle Türkiye sınırları dışında, Irak topraklarında asker bulundurmak için ABD'nin onay ve desteğini elde ediyordu. Çekiç Güç-Keşif Gücü harekâtlarıyla ve bunlara eşlik eden acımasız bir ambargoyla Irak'ı alabildiğine zayıflatan ABD, daha sonra Irak'ı bütünüyle işgal etti, elini güçlendirdi; artık Türkiye'ye böyle bir onay ve destek vermesinin gereği kalmadı.
     Günümüzdeki stratejisini bütün dünyaya tek başına ve mutlak egemen olmak üzerine kuran Amerikan emperyalizmi, savaş ganimeti olarak gördüğü Irak'ta başka hiçbir gücün ne kadar sınırlı olursa olsun kendine özgü hedefler peşinde koşmasına asla tahammül edemiyor. ABD emperyalizmi, Süleymaniye baskınıyla, Türk yönetiminin Irak Kürtleri ve Türkmenleri konusunda Amerikan planlarıyla çelişebilecek herhangi bir inisiyatif geliştirmesine karşı Türkiye'ye gözdağı veriyor.
     Hatırlanacağı gibi, işbirlikçi oligarşinin arzusuyla değil ama oligarşinin iç çelişmelerinden de yararlanan ülkemizin bütün yurtsever ve barışsever kesimlerinin kararlı mücadelesi sonucunda, Türkiye, Amerika'nın Irak'a yönelik saldırısına ABD'nin ve yerli işbirlikçilerinin istediği ölçüde yardımcı olamadı. Bu durum, emperyalist kibirden başı dönmüş ABD elebaşılarını çok kızdırdı. İrili ufaklı ABD yetkililerinin Türkiye halkına öfke kusan ve başta ordu üst yönetimi olmak üzere Türkiye'yi yönetenlere halkı istedikleri gibi çekip çevirmeyi başaramadıkları için fırça atan küstahça demeçlerinin ardından, TÜSİAD kodamanları, TOBB yöneticileri, Dışişleri yetkilileri, ABD'nin öfkesini yatıştırmak için Washington ve New York'a yüz sürme seferleri düzenlediler.

     Gizli Kararname
     Özellikle, Dışişleri Müsteşarı Uğur Ziyal'in ABD'de yaptığı temaslardan sonra, hükümetin ve genelkurmayın mutabakatıyla, ABD'ye savaştan önce istediği bütün üsleri, hava alanlarını ve limanları serbestçe kullanma ve Türkiye sınırlarını ABD ve müttefik askerlerine açma iznini -bu kez sözümona "Irak'ta barışı koruma ve insani yardım" gerekçesiyle- veren bir kararname hazırlandı. [Ne barışı koruması, ne insani yardımı? Irak'ı işgal eden ABD, Irak halkının işgale karşı başlattığı ulusal direnişi bastırmak için birbiri ardından harekât düzenliyor. Her harekâtta yüzlerce yurtseveri öldürüyor, binlercesini tutukluyor. Su, elektrik, kanalizasyon, hastane gibi en temel hizmetlerden bile yoksun bıraktığı Irak halkını çöl sıcaklarında cehennem hayatına mahkûm ediyor.]
      Yürürlükteki 12 Eylül Anayasasına göre bile Meclis kararı olmadan verilemeyecek bu izinler için süre sınırlaması bile konulmadı. Cumhurbaşkanı Sezer'in müdahalesiyle bir yıllık bir süre sınırlamasıyla kabul edilen bu kararnamenin halkın iradesine ve anayasaya ters düşmesi yetmiyormuş gibi, içeriğinin bütün boyutlarıyla öğrenilmesini engellemek amacıyla kararname gizli tutuldu ve Resmi Gazetede yayınlanmadı. Yani, halkın iradesine aykırı işler yaptıklarının bilincinde olan düzenin efendileri, suçlarını gizlemek için gizlilik kalkanına sığındılar.

     Gelişmelerin Yönü
     Ama, ne oldu? Bütün bu yardakçılıklar işe yaradı mı? Ne bu gizli kararname, ne de hükümet yetkililerinin, ABD'nin istediği gibi, İran ve Suriye konusunda ihtiyaç doğduğunda ABD'ye yardımcı olacaklarını ve Irak örneğinde olduğu gibi "hata yapmayacaklarını" söylemeleri yeterli olmadı. Yanıt, ABD'nin aşağılayıcı Süleymaniye baskınıyla geldi.
     Durum açıktır. Amerikancı politikaların sonu gelmiştir. Türkiye, Amerikancı politikalarla artık hiçbir yere varamaz. Amerikancılık, kayalara oturmuştur. İşbirlikçi holding patronları, büyük sermaye medyası, borsa ve ve faiz vurguncuları, militarist klik, artık ne yaparsa yapsın, Türkiye'yi Amerikan işbirlikçiliğinin deli gömleğine sığdıramaz. Irak savaşına yönelik halk tepkisinin gösterdiği gibi, Türkiye halkı, ABD emperyalizminin İslam dünyasına düzenlediği haçlı seferinde kiralık kılıç rolünü üstlenmeye razı olmayacaktır. Stratejisini Afganistan ve Irak'ın ardından yeni haçlı seferleri düzenleme üzerine oturtan ve İsrail siyonizminin Filistin'deki kanlı vahşetinin hamiliğini üstlenen ABD emperyalizmi ise, Türkiye'den ve bölgedeki bütün işbirlikçilerinden böylesine aşağılık bir kiralık katil rolü üstlenmeleri için her türlü dayatmada bulunacaktır.
     İşte bu koşullarda, Türkiye halkının iradesiyle ABD'nin emperyalist-militarist iradesi arasındaki karşıtlık gitgide keskinleşecektir. Çatışan bu iki irade arasında ister istemez sıkışacak olan Türkiye egemenlerinin hareket sahası gitgide daralacaktır. İşbirlikçilerin gönlü istediği kadar ABD emperyalizminden yana olsun, halkın iradesine bu kadar karşıt bir politikayı uygulayamayacaklar, uygulamaya kalkıştıkları takdirde ise halkın gazabına uğrayıp bu ihanetlerinin cezasını çekeceklerdir. Bir başka deyişle, Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşının bitiminden bu yana işbirlikçi oligarşi eliyle mahkûm edildiği ABD'ye teslimiyet politikasında kökten değişiklik gündemin başına oturmuştur.

     Yeni Bir Bakış
     Taha Parla'nın belirttiği gibi, 250 yıldan bu yana Osmanlı ve Türk yönetici seçkinleri, "devleti korumak ve yükseltmek" amacıyla Türkçülük, İslamcılık ve Batıcılık akımlarına sarıldılar. Bu üç akımı çeşitli dozlarda birleştiren karma formülleri veya sentezleri uyguladılar. Yönetici seçkinlerin her defasında kapitalist bir içerikle yoğurdukları bu akım ve formüllerin içine emperyalizm her defasında hulûl etmeyi becerdi. Turancılık gibi Türkçülüğün çok ağır bastığı formüller de, İslamcılığın çok ağır bastığı İslam-Batı formülleri de, Kemalizm gibi Türk-Batı sentezleri de, Türk-İslam-Batı sentezi gibi NATO'cu formüller de hep kapitalizm dininin çerçevesi içinde kaldı ve emperyalizmin yönlendirmelerine açık oldu.
     Sonuçta, işçi ve emekçi kitlelerini, çeşitli milliyetleri eşitlik ve özgürlük temelinde birleştiren, komşu halklarla barış içinde yaşamayı ilke edinen, kalkınmış ve refaha kavuşmuş bağımsız bir toplum ve siyaset düzeni kurulamadı. İşçi ve emekçi kitlelerini sömürünün pençesine iten, çeşitli milliyetleri şovenizmle baskı altına alan, emperyalistlerin güdümünde komşu halklara karşı bir üs rolünü üstlenen oligarşik bir sömürü ve baskı düzeni içine hapsolduk.
     Bütün bunların değişmesi artık güncel bir zorunluluk durumuna geldi. Türkiye halkı, artık kendini kapitalizm dininin ve bu dinin tanrısı Amerika'nın boyunduruğundan, alçaltıcı sömürüsünden kurtarmak için iradesini birleştirmeli ve gereken adımları kararlı bir şekilde atmalıdır. İşçi ve emekçi kitlelerin haklarını ön planda tutan, Kürt kardeşlerimizle barışık, komşu halklarla dost bir dönemi elbirliğiyle başlatmalıyız.
     Bu bağlamda, Türk silahlı kuvvetlerine bağlı birlikler Irak topraklarından derhal çekilmelidir. Nasıl kendi topraklarımızda yabancı ülke askerlerini istemiyorsak, başka ülkelerin topraklarında da biz asker bulundurmamalıyız. ABD'nin zorbalık mantığıyla hareket edemeyiz. "ABD, hak hukuk dinlemeden koca ülkeleri işgal ediyor da, biz niçin daha sınırlı olarak aynı şeyi yapmayalım?" diyemeyiz. ABD zorbalık yapıyor ve zorba devlet olarak, emperyalist işgalci olarak, sömürgeci bir güç olarak lanetleniyor ve zaten eninde sonunda hakkettiği cezaya çarptırılacağı bir ulusal direnişle karşılaşıyor. Biz ABD'yle zorbalık paydasında değil, hak temelinde, hukuk temelinde, halkların eşitliği, özgürlüğü, bağımsızlığı, dayanışması temelinde mücadele etmeliyiz. Irak halkının sömürgeci işgale karşı ulusal direnişini desteklemeli ve teşvik etmeliyiz. ABD'nin "böl ve yönet" politikalarının bir benzerini uygulamamalıyız. Kürtleri, Türkmenleri ve Arapları birbirine düşürücü, Irak'ın ulusal birliğini parçalayıcı adımlardan kaçınmalı, her milliyetten Irak halkının emperyalist işgale karşı ortak direnişine yardımcı olmalıyız. Sınırlarımız dışında asker bulundurmak, ABD'yle hak ve hukuk zemininde, halkların kardeşliği ve dayanışması zemininde mücadele etme hedefine hizmet etmiyor. Küçük zorba olmamalıyız, zorbalığın her türlüsünü reddetmeliyiz. Böyle bir tutum, Türkiye'nin ulusal haklarını ve birliğini korumasının da tek yoludur.
     ABD emperyalizmi, Irak örneğinde somut biçimde görüldüğü gibi, milli ve dini bölünmeleri, bölgeyi sömürgeleştirmek için etkin biçimde istismar ediyor. ABD'nin istismarına fırsat vermeyecek bir dayanışmayı kendi içimizde ve bütün bölgede gerçekleştirmek için henüz vakit varken harekete geçmeliyiz. Halkın çeşitli kesimleri arasında, ister milliyetçi, ister İslamcı, ister Batıcı akımlara gönül vermiş olanlar, benimsedikleri akımı halk kitlelerinin, yurdun temelini oluşturan büyük çoğunluğun haklarını esas alan anti kapitalist ve anti emperyalist bir içerikle yorumlayıp yeniden yoğurmalı ve bütün dünya proletaryasının enternasyonalist akımı olan sosyalizmle birleşerek kapitalizmin ve emperyalizmin zulmüne karşı mücadele etmelidir. Çıkış buradadır, kurtuluş buradadır.

     Batakçı Tüccar Yaklaşımı
     Peki bu koşullarda, Türkiye'nin yönetimini hasbelkader ellerinde tutan düzenin efendileri ne yapıyorlar? Bir yandan, hâlâ özelleştirme politikalarına hız veriyorlar. İMF'nin emrinde, yabancı ve yerli kapitalistlerin rantlarını korumak ve geliştirmek için pişkinlik, acımasızlık ve sorumsuzluğu harmanlayan önlemlere başvuruyorlar. Büyük kamu işletmelerini yerli ve yabancı kapitalist gruplara peşkeş çekiyorlar. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, "bütün kamu işletmelerini babalar gibi satarız" diye efeleniyor. Balıkesir SEKA işletmesinin Albayraklar'a satılmasının ardından, PETKİM ihalesi Uzanlar'a verildi. Kuşadası limanı Akfen şirketine satıldı. Unakıtan, TEKEL'in ve TÜPRAŞ'ın satılması için Amerika'ya sefere çıkıyor. Tarım Bakanı Sami Güçlü, düşük buğday taban fiyatını protesto eden Çukurovalı çiftçilere, "sizin gözünüzü ancak kara toprak doyurur" diyerek hakaret ediyor. Kısacası, tarım öldürülüyor, sanayi küçültülüyor, işsizler ordusuna binlerce yeni işsiz katılıyor.
     AKP iktidarı, kapitalist sınıfın doymak bilmez kâr hırsı uğruna işçileri kölelik yasasıyla cezalandırıyor. Kamu okullarına kaynak ayırıp eğitim ve öğretimin kalitesini geliştireceğine, özel okul patronlarına kaynak aktarmak için, "özel okullarda devlet parasıyla öğrenci okutma" projesini başlatıyor. Kamu hastanelerine kaynak ayırıp buralardaki hizmeti düzelteceğine, özel hastane patronlarına kaynak aktaracak projelerle uğraşıyor. Paradan başka değer tanımayan beyzadelerimiz, sağlık ve eğitimin özelleştirilmesi için gözükara adımlar atıyorlar. İnanılmaz bir şekilde, "arsaları değerli, çok para getirir" gerekçesiyle şehir merkezlerinde bulunan köklü okulları satışa çıkarıyorlar. Sadece bugünkü kuşaklara değil, gelecek kuşaklara da ihanet ederek doğal sit alanlarını bile resmen talana açıyorlar, villa vurguncularının ormanları yağmalamasını yasal hale getiriyorlar.
     Öte yandan, Kürt kardeşlerimizin gönlünü kazanacak, halkın birliğini sağlayacak ve emperyalistlerin oyunlarını boşa çıkaracak kapsamlı bir özgürlük politikasının ilk adımı olarak derhal genel af çıkarmak, F tipi zulmünü silmek yerine, sadece adı değişik pişmanlık yasalarıyla oyalanıyorlar. Düşünce özgürlüğü doğrultusunda ciddi bir adımın ön şartı olarak mutlaka kaldırılması gereken Terörle Mücadele Kanununun 8. maddesinin iptalini Cumhurbaşkanı genelkurmayın görüşleri doğrultusunda veto etti.
     Başbakan Erdoğan, özelleştirmelere karşı çıkan işçileri ve gençleri, Bingöl depreminde olduğu gibi en basit hak talebinde bulunan, çadır isteyen mağdurları, sıfır zamma razı olmayan kamu işçilerini, yoksulluktan yakınanları "sicili lekeli", "provokatör", "başka galakside yaşayanlar", "baş ağrıtanlar" olarak suçluyor. ABD'ye karşı ulusal onuru savunacak önlemler alınmasını isteyenlerle alay ediyor.
      AKP iktidarı, YÖK gibi ülkenin bugünü ve geleceği açısından yaşamsal önem taşıyan bir eğitim, bilim ve özgürlük davasını öğrencilerin ve aydınların desteğiyle kazanmak için gerekenleri yapmıyor. 12 Eylül'ün akademik hayat üzerindeki oligarşik sultasını sona erdirmek için bilim ve eğitim insanlarının yıllardan beri ortaya koyduğu önerileri yok sayıyor. Açıklık ve şeffaflıktan uzak bir tutumla hazırladığı taslağı bile gizli tutuyor. Sadece kendi kadrolarına yol açıcı dar bir anlayışla hareket ediyor, YÖK sistemini bu kez ipleri kendi eline alarak aynı otoriter ve totaliter ruhla devam ettirmek istiyor. Kamu kesimini küçültüp kadroları iptal ederek işsizliği yoğunlaştırırken imam kadrolarını artırıyor. Kısacası, bölgemizde başlayan yangın ülkemizi de içine alacak şekilde büyürken, bütünüyle vurguncu bir kapitalist zihniyetle hareket ediyor.

     Silkinelim
     Bölgemizde ve dünyada köklü değişiklikler oluyor. Amerikan emperyalizminin sömürgecilik hamlesi, işbirlikçi oligarşinin ezberini bozdu, geleneksel politikalarını işlevsiz ve yararsız duruma düşürdü. Türkiye'nin kapsamlı ve köklü bir zihniyet değişikliğine ihtiyacı var. İşçi ve emekçilerin temel haklarını, çeşitli milliyetlerden halkın birliğini, bölge halklarıyla dostluğu esas alan, eşitlik, özgürlük ve bağımsızlık politikalarını oluşturmak için yeni ve devrimci bir silkinmenin zamanıdır.
 
Yazarın Diğer Yazıları
 Haydi unutmayalım bu dayanışmayı
 Sendikalar Referandumda Neden "Hayır" Diyor?
 DİSK Anayasa Referandumunda Neden "Hayır" Diyor?
 12 Eylül Anayasası'na da, AKP Anayasası'na da Hayır
 Sahibinin Sesi Engin Ardıç, Yalancısın
 Bölünmüş Burjuvazi ve AKP'nin Stratejisi
 Merhaba
 Komünizme Adanmış Asırlık Bir Yaşam
 1 Mayıs 97 Açıklaması
 GERÇEK MUHALEFET EMEK, BARIŞ, DEMOKRASİ Bloku'dur - 21 Kasım 2002
 SEÇİM SONUÇLARINA İLİŞKİN 5 KASIM 2002 TARİHLİ DEĞERLENDİRMEMİZ
 Sonuç Bildirisi - 6 Ekim 2002
 EMEK-BARIŞ-DEMOKRASİ BLOKU'NUN SEÇİM AÇIKLAMASI - 4 Ekim 2002
 ÜRÜN YAYIN KURULU'NUN KAMUOYUNA DUYURUSU - 27 Eylül 2002
 UZAKLARDAN YAKIN BİR DOST